Bir toplumun estetik zevkinin ve yaşam kültürünün gelişmişliğinin en somut göstergelerinden biri olan yemek kültürü, beraberinde sofra adabındaki gelişmeleri, hayatın her alanındaki adabı etkileyen/belirleyen bir süreci doğurmuştur.
İnsanoğlu, doğa ile ilk buluşmasında iptidai hallerini koruyarak, doğada olanı aynen alıp kullanma yoluna gitmiştir. Ancak zaman içinde, eşyanın dönüşümünü gerçekleştirmiştir ve var olanı işlemeye, geliştirmeye başlamıştır. Gitgide, uyulması gereken bazı temel kurallar belirlemişlerdir. Yazılı yasaların yanında, şifai kurallar olarak beslenmiş, büyümüş ve yer yer yazılı yasaları destekleyici bir yer edinmiştir. Özellikle sosyal ve kültürel hayat için oluşturulan ve yaşanılan toplumun çehresinden hareket edilerek yapılandırılan bu kurallar sayesinde insanlar daha uyumlu hale gelmişlerdir.
Kültürel öğeler bir yaşam biçimidir. İnsanoğlu da yaşadığı coğrafyanın kültür yapısına bağlı olarak bu yaşam biçimlerine uygun davranmıştır. Bu öğelerden biri de yemek kültürüdür. Bir toplumdaki yiyecekler, içecekler ile bunların hazırlanması, sunulması, tüketilmesi ve damak zevki o toplumun yemek kültürünü oluşturur. Yemek kültürü içinde sadece yemek çeşitleri ve yapılışı değil aynı zamanda hazırlanma sebepleri ve sofra adabı da yer alır. Kültürel özellikler toplumdan topluma hatta aynı toplum içinde yöreden yöreye değişiklik gösterir. Bu değişim yörenin yemek kültürünü de etkiler ve zenginleştirir.
Bir toplumun estetik zevkinin ve yaşam kültürünün gelişmişliğinin en somut göstergelerinden biri olan yemek kültürü, beraberinde sofra adabındaki gelişmeleri, hayatın her alanındaki adabı etkileyen/belirleyen bir süreci doğurmuştur. Sofra adabı öylesine güçlü kültürel bir göstergedir ki; insanlar hayatlarının diğer alanlarındaki adaplarınıda sofra adabından öğrendiklerine göre uyarlamışlardır.
Türkiye bu hususta en iyi örneklerden biridir. Hem Orta Asya topraklarındaki var oluşlarından, hem de Anadolu’ya gelerek zengin kültürel mozaik içinde kendilerine yer bulmaları vesilesiyle Türklerin, mutfakları kadar sofra adapları da çeşitlilik gösterir. Türklerin Anadolu’ya gelişi ile birlikte mutfak anlayışlarında önemli değişiklikler olduğu birçok uzman tarafından kabul edilir.
Geleneksel Türk sofra adabında sofraya oturmadan eller yıkanır, edebli bir şekilde oturulurdu. Başkalarıyla yenecekse herkesin sofraya oturması beklenir. Başkalarını tiksindirecek söz ve davranışlardan kaçınılır. Açgözlü davranılmaz, yavaş yavaş ve güzelce çiğneyerek lokmalar yutulur, su içilirken de aynı ölçüye dikkat edilir. Yani yavaş yavaş içilir. Ayrı yeniliyorsa tabağa yenilecek kadar yemek koymak, müşterek bir tabaktan yeniliyorsa önünden yemek uygundur. Tıka basa karnı doyurmamak ve doyduktan hatta az daha iştah varken sofradan kalkmak esastı. Yemek bitince şükretmelidir. Sonra da elleri ve ağzı yıkamak alışkanlığı vardı.
Eskiden sofra kurulumunda ise önce odanın ortasına, yere, geniş ve kalınca bir sofra bezi yaydıktan sonra, onun da ortasına arkalıksız kahve iskemlesine benzeyen bir destek getirip, konulur. Bazı evlerde bu destekler dört veya altı köşeli, açılır kapanır ayaklardan ibarettir, yani portatiftir. Kaldırılınca, bastınız mı hemen yassılanıverir; arkasından kocaman siniyi yuvarlayarak getirirler, o desteğin üstüne yerleştirirler. Siniler kalaylı bakırdan yahut pirinçtendir. Çoğunun üzerinde selvi ağacını andıran resimler, bazen de sahibinin ismi ve tarih bulunur. Yere, her adam için incecik bir minder konurdu. Yemek ya toprak yahut da bakır sahanlarla ortadaki nihalenin üstüne konur ve kapak muhakkak sofrada, servis ya evin hanımı ya da evin genç kızları tarafından yapılırdı.
Herkesin kendi payına düşene razı olması, başkasının hakkına tecavüz etmemesi, ortada aynı kaptan birlikte yemek yediği başkalarını utandırmaması esaslı görgü kurallarındandı. Ayrıntılar, görgü kurallarının esası olan, “önce kendini değil, karşındakini düşün” esasına göre düzenlenmiş bulunmaktaydı.