Mimar Sinan; eserleriyle, kimliğiyle, mensubiyetleriyle çok çeşitli tartışmalara konu olmakla beraber yeterince anlaşılamamış bir değerimiz. Bütün bu tartışma ve puslu bilgiler ışığında Sinan hakkında neler söylenmelidir? Daha da önemlisi kimdir Mimar Sinan?
Semavi Eyice – Anlaşıldığına göre Sinan 15. yüzyılın son yıllarında dünyaya gelmiştir. Devşirme olarak yetişmiştir ve onu yaratan Osmanlı kültürüdür. Batılı sanat tarihçileri devamlı olarak kurcalarlar: “Acaba bunun aslı Hristiyan’dı da acaba şu milleten miydi bu milletten miydi?…” gibi akla hayale gelmedik milliyetler Sinan’a yakıştırılmaya çalışılır. Rum’undan, Ermeni’sinden tutun Avusturyalı’sına kadar… Efendim, Osmanlı kültürü öyle bir kültürdür ki; bugün nasıl Amerika’da yetişen kişiye Amerikalı diyorsak, Osmanlı ülkesinin de insanlarını Osmanlı kültürü halhamur eder, birleştirir. Bu insanlar Osmanlı kültürüyle eserler vermişlerdir. Binaenaleyh Sinan da Osmanlı kültürünün yarattığı bir kişidir. Üstelik de devşirme yoluyla yeniçerilikten geldiği için Hacı Bektaş-ı Veli tarikatındandır. Yani bektaşidir. Ve kendisini de daima tarikat mensubu olarak görmüş, hissetmiş ve bu şekilde ifade etmiştir. Kendi adına, kendi vakfı olarak yapmış olduğu mescidin adını verirken ismini kullanmaz: “Bu ‘fakirül hakir’in mescididir.” der. Yani kendisini gayet mütevazı bir tarikat mensubu olarak göstermiştir.
Eserlerini kendinden önce gelenlerin yaptığı eserlerden ilham alarak ve bunları daha da geliştirerek meydana getirmiştir. Yani Sinan birden bire Türk sanatına, mimarlık tarihine bacadan girer gibi girmiş ve işi bittikten sonra da onunla beraber bu iş kapanmış değildir. Şunu bilhassa vurgulamak isterim: Sinan kendinden öncekilerin ilhamlarıyla yetişmiş ve eserlerini vermiş, arkasında da kendisini devam ettirecek mimarlar yetiştirmiş ve Osmanlı devri Türk mimarisini bu kişilere emanet etmiştir.
Mimar Sinan’ın Türk ve dünya mimarisindeki önemi nedir?
Semavi Eyice – Sinan’ın önemini bilhassa vurgulayan hususlar en bariz olarak “Şaheserim.” dediği Edirne’deki Selimiye’de ortaya çıkar. Selimiye bir mimarlık şaheseridir. Benim aklımın ermediği şeyse: Dünyanın mimarlık harikalarını tespit için bir anket açılıyor. Bizim Kültür Bakanlığı’mız her ne hikmetse Ayasofya’yı aday gösteriyor. -Kazanamadı o da ayrı mesele.- Fakat bence oraya teklif edilecek dünya mimarlık harikası; doğrudan doğruya Edirne’deki Selimiye idi. Yani her bakımdan; gerek mimarlık bakımından, gerek mühendislik bakımından, gerek estetik bakımından bir mimarlık, bir yapı şaheseriydi. Bir dini binanın, merkezi plan anlayışının en mükemmel şekilde ortaya konulmasını gösteren bir adımdı bu. Yani; Osmanlı devri Türk mimarisinin şahikasına çıkmış bir zirve eserdir Selimiye. Dünya yapı sanatında, dini mimaride en mükemmel, merkezi planın en ideal bir şekilde kullanıldığı fakat bununla birlikte statiğin yani binanın sağlamlığının ihmal edilmediği bir yapıdır Selimiye. Süslemeye anormal bir kuvvet verilmemiş, binanın ihtişamı mimarinin bütünlüğüyle gözler önüne serilmiştir. Maalesef bazı mimarilerde acayip birtakım süslemelerle göz kamaştırılmaya çalışılır. Burada o yoktur. Süsleme yeteri kadar, gerekli olan yerlerde vardır. Ve seyircinin gözünü kamaştırarak bir hayranlık uyandırma çabası yoktur. Mimari bütün kuvvetiyle “ben varım” der. Unutmayın ki 16. yüzyıl, Osmanlı çini sanatında İznik çiniciliğinin en parlak dönemidir. Mükemmel çiniler yapılabilmekteydi ve Osmanlı sultanının; Kanuni Sultan Süleyman’ın da gücü, arzu ettikten sonra bu caminin kubbesinin ortasına kadar çini kaplanmasına imkân verebilecek bir zenginlikteydi. Halbuki böyle bir şey yapılmamıştır. Sinan her şeyi gerekli olduğu yerde, gerekli olduğu kadar kullanmıştır.
Sinan Ayasofya’yı da görmüş, tanımış. Mimar olarak Ayasofya’nın ne olduğunu, nasıl bir yapı olduğunu, zayıf tarafları neler, göz alıcı tarafları neler… bunların hepsini ölçebilmiş. Bu ona didaktik bir bilgi dağarcığı vermiştir. O bilgi dağarcığı sayesinde Ayasofya’daki bazı aksak tarafları kendi eserlerinde ortaya koymaktan kaçınmıştır. Ayasofya’nın dış mimarisine bakın; basit bir kitledir, kabadır. Büyük payandalar iki yanından binayı destekler; onların arasında bir takım pencereli duvarlardan ibarettir. Fakat Süleymaniye plan itibariyle Ayasofya’ya benzemekle beraber; dikkat edin, cepheleri birtakım galerilerle zenginleştirilmiştir. Daha hareketli, daha gözü yormayan, daha hafif ve binanın da kitlesine ağırlık vermeyen bir görüntü meydana getirilmiştir. Sinan’ın eski yapılardan örnekler alabildiğini ve bundan birtakım dersler çıkarabildiğini açıkça gösteren şeylerdir bunlar.
Mimar Sinan dünyada yeterince takdir ediliyor mu veya dünyada bizde tanındığı kadar tanınıyor mu?
Semavi Eyice – Biz 400 sene hiç meşgul olmamışız Sinan’la. Hatta biraz aşağılamışız da bazı hususlarda. 20. yüzyılın başlarında ilk defa olarak onun Tezkiret-ül Bünyan adındaki; Sai Çelebi’ye yazdırmış olduğu, kısaca hayatı ve başlıca eserlerine dair eseri, eski yazıyla yayınlanmış. İlk yayın o. Ondan sonra da doğru dürüst bir yayın yapılmamıştır. Biz Sinan’a gerekli olduğu kadar önemi vermedik. Batılılar da Sinan’ın pek farkında değiller. Fakat biz Sinan’ı tanımak ve tanıtmak için yeteri kadar gayret göstermiyoruz. Ondan sonra bizden dünyadaki harikalara dair isim istendiğinde Edirne’deki Selimiye’yi vermeyip Ayasofya’yı veriyoruz…
Bu noktada kriterler önemli galiba. Bundan şuraya gelmek istiyorum: Sinan’ın dehasıyla ilgili kriterlere biraz değinebilir miyiz? Uluslararası kabul gören veya bu işin uzmanlarına göre hangi kriterler Sinan’ı deha olarak görmemizi sağlıyor?
Semavi Eyice – Dini mimaride gerekli olan ne vardır? Mekân vahdeti. Yani bir dini binanın içinde uluhiyyeti, yaratıcıya yaklaşmayı hissedecek insan. Mimarinin bunun yapısı mescidi de onun bir köşesine yerleştirmesi… Bu aslında onun sanat dehasının bir örneği. Bugün kimsenin dönüp de bakmayacağı bir eser bu. Hatıra bile gelmeyecek bir eser diyelim. Ama yapmış.
Peki Mimar Sinan’ı Sinan yapan etkenler; mesela yetiştiği ortam, aldığı eğitimler nedir, hocaları kimlerdir? Semavi Eyice – Sinan bir defa bir okuldan yetişmiş değil. Orta Anadolu’da Kayseri yakınındaki Ağırnas Köyü’nden. Ailesi Hristiyan. Fakat o Osmanlı kültürü içinde yetişmiştir. Kendinden önce yapılmış eserleri görüyor, inceliyor. Mesela İstanbul’da Tahtakale’nin biraz yukarısında Rüstem Paşa Medresesi vardır. Bu diğer medreselere hiç benzemez. Çokgen planlı bir medresedir. Bu medresenin bir benzeri Amasya’da: Kapıağası Hüseyin Ağa Medresesi’dir. II. Bayezid zamanında yani Sinan’dan önce yapılmıştır. Sinan Amasya’da bu medreseyi görmüş. Türk sanatında sekizgen planlı yegane medreseler bunlar. Kendinden önce yapılmış olan Üç Şerefeli Cami’yi daha ufak ölçüde olmak üzere Beşiktaş’taki Sinan Paşa’da da uygulamıştır.
Gördüğü yabancı yapılardan da ilham almış mıdır?
Semavi Eyice – Almıştır. Bazı şeyleri uygulamıştır da hatta. Mesela Rodos’un fethine gitti. Rodos’ta ne vardı? Gotik mimari. Gotik mimarinin baş unsurlarından biri kaburgalı tonozdur. Osmanlı mimarisinde yoktur bu. Diğer Türk mimarilerinde de yoktur. Sinan, kaburgalı tonozu görmüş. Her yerde kullanmamış ama sırf iş olsun diye, bir iki yerde, örneğin Topkapı Sarayı’nın kilerinde ilave olsun diye yaptığı kısımlar var. Onlarda kullanmıştır. Bu bir nevi deneme, oyun… Bir zaruret de yok. Onu kullanmasa da olabilirdi orada. Bunun gibi bazı başka