Merakı yitirmeyen profesör: Semavi Eyice

kultur1

“Bu Ülke” adlı kitabın yazarı Cemil Meriç merhum, “Tarihimiz mührü sökülmemiş bir hazine.” demişti eserinde. Bu söz çoğu zaman zihnimin içinde seferden sefere hareket etmektedir. Kenarda, köşede kalmış mühim bilgilere küçük yorgunluklar ile ulaştığımızda bu sözün ne kadar doğru olduğunu anlayabiliriz. Fakat çoğu zaman bundan habersiz bir şekilde elimize ciltli kâğıt yığınları sıkıştırılıyor ve niyet mektubu gibi olan metinlere inanmamız bekleniyor. Bununla birlikte asıl okumamız gereken ve çoğu zaman gözden uzak kalan ciddi araştırıcı olan nadir akademisyenlerimiz de yok değildir. Sayıca az olan bu araştırıcılarımız, çok şükür ki pahada bereketlidir. Mesela Cumhuriyet döneminde tarih alanlarının belli başlı kurucuları vardır. En başta ismi anılması gerekenler: Fuat Köprülü, Arif Müfid Mansel, Ömer Lütfi Barkan, Zeki Velidi Togan, Besim Darkot ve Ahmet Refik Altınay gibi noksansız denebilecek akademisyenlerdir.

Burada yer alan isimler tarihçiliğimizde yeni bir çığır açtı ve Türk tarihini arşiv belgeleri, klasik metinler ve daha birçok kaynaklar vasıtası ile ciddi şekilde sağlam bir zeminin üzerine oturttular. Her ustanın bir çırağı olduğu gibi her hocanın da vazife ve bilgisini emanet edeceği bir talebesi vardır. Adlarını zikrettiğim akademisyenler de yerlerini bir şekilde talebelerine devretti. Mesela Ahmet Refik’in Reşad Ekrem Koçu gibi İstanbul’un her noktasını bilen ve “İstanbul Ansiklopedisi” adında eşsiz bir dergi çıkaran müthiş bir talebesi vardı. Koçu da kendi bilgisine yaklaşabilecek bir tarih meraklısını elbette ki aradı.

İstanbul Üniversitesi’nden Arif Müfid Mansel’in talebesi olan Semavi Eyice ile yolları bir yıl sonra sahhaf Bedros Nişanyan’ın Bayezid’daki dükkanında kesişti. Koçu’nun bürosu Babıali’ye yakın bir yerde idi ve o zamanlar Çorlu’da yedek subay idi. Birkaç günlük izin alıp Nişanyan’a kendi dergisinin ilk fasiküllerinin satışlarının nasıl gittiğini sormak için ziyaret eder. Yazımın başrolünde olan Semavi Eyice de o gün Nişanyan’ın sahhafındadır. Nişanyan ile Koçu’nun konuşmasına şahit olunca sormuş: “Beyefendi, ‘İstanbul Ansiklopedisi’ çıkarıyormuşsunuz. Burada Bizans ile ilgili maddeleri kim yazacak?” Koçu da hoş bir karşılık ile “Beyefendi eğer arzu buyurursanız, zât-ı âliniz yazarsınız” demiş. Eyice bu teklifi geri çevirmemiş ve “İstanbul Ansiklopedisi”nin birinci cildinde “Ahmetpaşa Mescidi” adı ile ilk makalesini kaleme almış. Hatta gençlik heyecanı ile buradaki yazısının ayrı baskısını dahi istemiş ve Koçu da maliyetli olan bu ayrı basımı Eyice’ye takdim etmiş.

Bu ayrıntılardan sonra yazımın en ‘baba’ konusu Semavi Eyice gelelim. Onu tam anlayabilmek için 93 yıllık yaşamında her gün bir yenisini eklediği tecrübe ve bilgilerini yavaş yavaş mercek altına alalım.

Başta belirtmem gerekiyor. Semavi Eyice kolay anlaşılabilecek bir akademisyen değil. Çünkü her zaman yeni bir keşif ve kitap hazırlama halindedir, bir makaleyi de yazdırmak üzeredir. Bazı profesör unvanı alanlar gibi kitap okuma-yazma işinden vazgeçmez, gözlerinin görme oranı azalmasına rağmen çoğu zaman talebelerine bir yazıyı dikte ettirdiği görülür. Yazdığı konular epey geniş kapsamlıdır. Bizans mimarisi ve eserleri, Cenovalılar (Cenevizliler) hakkında araştırmalar, Osmanlı devrinde Türkiye’ye gelmiş seyyahlar ve ressamlar, Osmanlı tarihi ve eserleri, Osmanlı tarihi ile ilgili resimler, yurt dışında kalan Türk eserleri ve sayısı net olarak tespit edilemeyen birçok tarih konulu makaleleri vardır. Fransızca, Almanca ve İngilizce dillerini bilmektedir.

8 yaşında “Akşam”a hikâye yazdı

Eyice, üniversitedeki tezlerini kitap olarak yayınlamamıştı. Bu sebep ile ilk yayınladığı kitap 1955 yılında Fransızca olarak kaleme aldığı “İstanbul: Petit Guide a Travers les Monuments Byzantins et Turcs” adlı eser idi. İlk yazılarını Türk Tarih Kurumu’nun “Belleten” adlı dergisine yazdı. Ayrıca TTK’nın yayınlarındaki makaleleri, notları, tahlil ve tenkitlerinin tamamı koca 2 cilt olarak kısa bir süre içinde Türk Tarih Kurumu’ndan çıkacak. Koca cilt dememin sebebi gördüğüm 1. cildin 1300 küsur sayfa olmasıdır.

Aslında Semavi Eyice’nin Koçu’nun “İstanbul Ansiklopedisi”nden önce resmi olarak bir yazı yayını daha vardır. İlkokulda iken 1930’lu yıllarda “Akşam” gazetesinin 3. sayfasına bir hikaye yazmıştı, karikatürü de Eyice’nin dediğine göre “büyük ihtimalle Cemal Nadir” çizmişti. O zaman soyadı kanunu daha gerçekleşmediği için hikayesi “Semavi Kâmil” imzası ile çıkmıştı. O zamanın parası ile kendisine 10 lira telif ücreti dahi verilmişti. O müthiş hafızası ile bu hikâyenin tamamını sorduğunuz anda duraklamadan anlatabileceğini tecrübe etmişliğim oldu. Üst satırlarda değindiğim Kâmil ismi Semavi Eyice’nin babasının adıdır. Üstadın doğum tarihi de 9 Aralık 1922’dir (bu tarihi kendisi de onaylamıştır). Bu vesile Semavi Eyice’nin doğum tarihi ve baba adına dikkat çekmek isterim, çünkü Eyice hakkında yazılan bazı kitap ve yazılarda bu iki konuda nasıl başarılıyor ise hataya düşülmektedir.

Küçükken epey yaramaz olan Semavi Eyice’nin renkli bir çocukluğu olmuş. Mesela bebeklik günlerinde ilk parçaladığı kitap babasının bayrak resimleri ile dolu bir kitap idi. 4-5 yaşlarında ise oturma odalarındaki buzlu camdan olan iki kapının tokmaklarına ip bağlayıp sallanmayı denemiş. Tabii ipe oturduğu anda kapının kolları büyük bir ses ile tersine dönmüş. O gürültüyü duyan ailesi ne oldu diye sorunca “Lotus ile Bozkurt çarpıştılar” diye cevap vermiş. O yaştaki bir çocuğun
böyle bir cevap vermesinin ilginç bir hikâyesi vardır. O yıllarda çürüğe çıkan bir Rus gemisi Türklere satılmış ve gemiye Bozkurt ismi verilmiş. Lotus’da Fransızlar’a ait bir turist gemisi imiş. Bir gece yarısı Lotus, Bozkurt’a çarpmış ve Bozkurt gemisini ortadan ikiye ayırmış. İşte bu Bozkurt gemisinin kaptanı Semavi Eyice’nin teyzesinin kocası Hasan Bey imiş. Bu iki geminin kaptanı da mahkemeye çıkarılmış. Daha sonra da bu iki kaptan da içeri atılmış. Mahkemeden bir türlü sonuç alınamayınca da mahkeme başkanı değiştirilmiş. Mahmut Esat Bey de mahkemenin yeni başkanı olarak atanmış. Hani meşhur Adalet Bakanı (1924-30) Mahmut Esat Bozkurt. İşte o da Bozkurt hadisesinden dolayı soyadını Bozkurt olarak alıyor. Bozkurt-Lotus hadisesi netleşemediği için mahkeme Lahey Adalet Divanı’na kadar taşınıyor ve Türk kaptanın haklı olduğu ortaya çıkıyor. Böylece bu hadise Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa’da tanınmasına sebep olan ve Lahey Adalet Divanı’nda kazandığımız ilk dava oluyor. Konu o kadar önemli görülmüştür ki, Tek Parti döneminde Maarif Vekaleti tarafından liselerde okutulması için basılan “Tarih” adlı kitapta bu konuya bir başlık altında yer verilmiştir.

Semavi Eyice Anıtlar Kurulu’na 1956’da üye oldu. Uzun bir süre de Anıtlar Kurulu’nda görev aldı ve bazı seneler başkanlık yaptı. 15 yıl önce de kuruldan haklı sebeplerden dolayı istifa ederek ayrıldı. Bu istifanın sebebi hakikaten mühimdir ve daha uzun bahsedilmeye değer bir husustur.

Camileri ihya eden bizantolog

İstifasından bahsetmiş iken kurtardığı camilere de biraz eğinmek istiyorum. Semavi Eyice’nin resmi olarak ilk kurtardığı camilerden biri Hafız Ahmed Paşa Camii’dir. Camiyi Semavi Eyice’nin kurtardığı tarih 1950-60 yılları arasındadır. Hafız Ahmed Paşa Camii, Fatih Camii’nin avlusunun dışındaki büyük bir cami idi. O yıllarda camiyi belediye istimlak etti ve daha sonra Sakarya ili için satın alındı. Hâlbuki cami yangından çıkmış olsa da caminin büyük bir kısmı sağlamdı. Daha sonra Eyice’nin caminin durumunu ayrıntılı bir şekilde anlatması, yok edilmesinin büyük bir hata olduğunu anlatması üzerine mahcup olan Sakarya valisi yaptıkları yanlıştan geri döndü. Böylece Hafız Ahmet Paşa Camii kurtarıldı.

Son kurtardığı camilerden biri de Mimar Sinan’ın yaptığı ve “Tezkiretü’l-Ebniye” adlı kitabında da yer alan Mimar Sinan Mescidi idi. Bu cami bizzat Mimar Sinan’a aittir. Caminin içi gecekondular ile dolu idi. Caminin sadece minare, dört duvarı ve son cemaat yerinin ana duvarları kalmıştı. Mimar Sinan Mescidi için Anıtlar Kurulu’nda bir hayli tartışma oldu. Camiyi çöp ev gibi bırakmaya razı olanlar da oldu. Fakat yine de Semavi Eyice büyük bir mücadele sonucunda camiyi kurtarmayı başardı.

Semavi Eyice yukarıda da bahsettiğim gibi Bizantolog olmak ile birlikte tarih şuuru, tarihe olan merak ve sevgisinden dolayı araştırdığı konular geniş bir yelpazeye sahiptir. Yazdığı makalelerin sayısını belirlemenin ne kadar zor olduğu sadece “TDV İslam Ansiklopedisi” ne yazdığı 440 tane maddeye bakarak dahi kolaylık ile anlaşılabilir. Belirtmemiz gereken başka bir husus da yaşayan tarihçiler arasında ‘İstanbul’u en iyi bilen’ kişi olduğudur. Bu İstanbul bilgisi ve merakının hoş bir başlangıcı vardır. Galatasaray’da ortaokulu ikinci sınıfı okuyor iken bir askerlik dersi öğretmeni olan subay çifter kişi olarak ödevler vermiş. Bir arkadaşı ile birlikte yapmak üzere onlara İstanbul’un 1453’de Türkler tarafından kuşatılması ve fethi hakkında bir ödev verilmiş. Ödevi bir kompozisyon halinde hazırlarken gayet tabii olarak İstanbul’un kara tarafı surlarından da bahsetmeleri icap etmiş. Bu hususta bilgi edinebilmek için Mamboury’nin Fransızca olarak basılan İstanbul rehberini elde etmişler ve orada surlara ait bölümü Semavi Eyice dikkat ile okuyup incelemiş. Kitaptan İstanbul’un surları hakkında yeteri kadar bilgi edinmiş. Fakat kitabın
başka bölümlerinde şehrin diğer klasik eserlerine dair bilgiler de varmış. Onları da okumaya girişmiş. Ve böylece neredeyse bir asırlık bitmeyen İstanbul merakım gün yüzüne çıkmış.

Semavi Eyice her zümreden geniş ve güzel bir arkadaş kitlesine sahip idi. Süheyl Ünver, Reşad Ekrem Koçu, Ekrem Hakkı Ayverdi, Sabri Ülgener bunlardan ilk akla gelenlerdir. Zikrettiğim kıymetli isimler ecel kapıyı çaldığı için hakkın rahmetine kavuştu. Ne acıdır ki, günümüzde her biri ayrı değer olan bu isimlerden sadece Reşad Ekrem Koçu tanınıyor. Buna da şükür demekten başka bir söz demek mümkün değil.

Belirtmek istediğim başka bir sakat durum daha mevcut. O da şu, akademik bir sisteme sahip her üniversitede kürsü kuran herkese Ordinaryüs unvanı verilir. Ne hikmetse Bizans kürsüsünün kurucusu olan Prof. Semavi Eyice’ye bu unvanı çok görmeyi de başarmışlardır.

Merhum şair Necip Fazıl’ın düşün adamı Cemil Meriç için söylediği sevdiğim bir cümlesi vardır: “Allah’ın iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı, sahici münevver Cemil Meriç.”. Bu söze her denk geldiğimde aklıma ilk gelen Semavi Eyice Hocamız olmuştur. Yalnız Semavi Eyice bir fark ile gözleri görme yetisini kaybetmeden önce kalp gözü açılmış olan sahici bir münevver olmuştur. Bizans (Doğu Roma) kürsüsünü açmasının sebebi tamamen bir İstanbul aşığı olmasıdır. Türklerin Roma kültüründen nasıl etkilendiğini sahici bir münevver gözü ile tetkik etme isteğidir. Son cümle olarak, Hocamıza sağlıklı ve araştırma dolu hayatında mutluluklar dilerim.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir