Sanat hayatında 50 yılı geride bırakan tiyatro sanatçısı Emin Olcay kısa bir süre önce eşi Hayat Olcay’la birlikte Maltepe’de, “Atölye Sanat” isimli bir sanat atölyesi açtı. Tiyatro, drama, diksiyon, şan, ebru, kaligrafi ve müzik derslerinin verildiği aynı zamanda konserlere ve tiyatro oyunlarına ev sahipliği yapan Atölye Sanat’ta, Emin Olcay’la yeni sanat merkezini ve Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimleri konuştuk.
Sanat hayatında 50 yılı geride bırakan tiyatro sanatçısı Emin Olcay kısa bir süre önce eşi Hayat Olcay’la birlikte Maltepe’de, “Atölye Sanat” isimli bir sanat atölyesi açtı. Tiyatro, drama, diksiyon, şan, ebru, kaligrafi ve müzik derslerinin verildiği aynı zamanda konserlere ve tiyatro oyunlarına ev sahipliği yapan Atölye Sanat’ta, Emin Olcay’la yeni sanat merkezini ve Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimleri konuştuk.
Tiyatroya 1964 yılında başladınız, bu sene sanat hayatınızdaki 51. yılınız. Tiyatroya başladığınızda yarım yüzyıllık bir kariyeri devireceğiniz aklınıza gelir miydi?
Kimsenin aklına gelmez, kimse yaşayacağı yılları bilemez. Allah ne kadar nasip ediyorsa o kadar ama iyi ki bu mesleği seçtim diyebilirim. İnsanlara bir şeyler vermeye çalıştığımın ve verdiğimin farkındayım ve bundan dolayı çok mutluyum. Sadece ben değil eşim de bu meslekte. Çocuklarım da sanatı seçtiler, gelinim de sanatı seçti. Ailecek bu mesleği sürdürmeye çalışıyoruz. Yalnız ülkemizde sanata nasıl bakıldığı belli… Yıllardır Türkiye’de sanattan uzaklaşmasına sebep olanlar var. Sanattan uzaklaşmak insanı ruhen yıkar, bunun farkında değiller. Bunun bir farkına varsalar ne demek istediğimi anlarlar.
“Bir takım oyunlar” dediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Tabii ki açarım. 50 yıldır bu ülkenin üzerinden bir oyun oynanıyor… Yabancı mihraklar “Biz bunları askeri güçlerle yıkamayacağız” deyip “Kültürlerini yıkalım” dediler. İşte 50 yıldır Türkiye’nin ve insanımızın geldiği durum budur. Kültürümüzü yıktılar, hepimiz bunu biliyoruz, farkındayız ama yıkıldı. Nasıl toparlayacağız? Ancak bizim gibi idealistlerle toparlanacak. Biz bir şeyler yapmaya uğraşıyoruz, didiniyoruz. İnsanlara bir şeyler öğretmeye çalışıyoruz ama bundan sonrası bize değil devlete kalıyor.
“KAMERAMANLAR BİZDEN KAÇIYOR”
Bu sistemi değiştirmek adına söz sahibi siz olsaydınız neyi değiştirirdiniz?
Sanata dikkat çekerdim. Yani sanat neden “tukaka” anlamış değilim. Çünkü magazin öyle anlattı. İçki içip ortalıkta dolaşan, her türlü pisliği yapan insanlar zannediyorlar sanatçıyı. Bunu magazin bu hale getirdi ve bile bile yapıldı. Aslında beşinci koldur magazin. Güneydoğuda kıl çadırda insanlar televizyon seyrediyorlar. Oradaki insanlara ne, İstanbul’da kim kiminle beraber olmuş, kim sarhoş olmuş… Ben bunu Kenan Erçetingöz’e de söyledim. Böyle magazin mi olur? Film galalarına gidiyoruz, kameramanlar bizden kaçıyorlar. Neden kaçıyorlar? Çünkü bizde onlara göre malzeme yok. Bana ne soracak? Mesleğimi soracak ama mesleğimi de bilmiyor. Onlar sansasyonel haberler peşindeler. Bu Türkiye’nin ahlakını bozuyor ama kimse farkında değil, dur diyen yok.
“Hobi Değil Sanat Merkezi”
Eşinizle beraber “Atölye Sanat” adında bir kültür sanat atölyesi kurdunuz. Buranın çıkış noktası neydi sizin için? Tiyatroyla, sanatla uğraşan insanlar belli başlı şeylerden şikâyet ediyorlar ama sizin gibi risk alıp böyle bir işe girişmiyorlar…
Evet, çok emek sarf ettik. Burada müzik, sahne ve el sanatları üzerine dersler veriyoruz. Aynı zamanda 60 kişilik salonumuzda tiyatro ve konserler tertip ediyoruz. Bunların hepsinin altında insanları sanata teşvik etmek yatıyor. Biz bu derslerle, atölyelerle sanatçı adaylarını yetiştirmeye çalışıyoruz. Hocalarımızın hepsi üst düzeyde insanlar, işlerinde usta isimler. Buraya hobi olarak gelenleri kabul etmiyoruz. Sanatçı adaylarını kabul ediyoruz. Buranın ardından daha üst seviyelerde okullara gitmek istiyorlarsa giderler. Biz en azından sanatı sevdirmeye ve ileride bu meslekleri devam ettirecek gençler yetiştirmeye çalışıyoruz. Bana pek çok insan “Bu yaştan sonra niye böyle bir yer açtın? Yazlık alıp otursaydın” diyor. Hayır efendim! Biz ölünceye kadar bu ülkeye ve millete hizmet etmek zorundayız. Biz elimizi taşın altına koyuyoruz.
“Çocuklarıma Nazar Değiyor, Okur Musun?”
“Kurtlar Vadisi” dizisinde canlandırdığınız “Ömer Baba” karakteri üzerinize yapıştı. Bu karakter örnek biriydi ama gençlerin çoğu o örnek karakter gibi değil Polat Alemdar gibi davranmaya çalışıyorlar. İyi, sessiz-sakin olan yerine “sert çocuğu” örnek alıyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?
O kolay çünkü. Polat Alemdar ya da onun etrafındaki çeteyi taklit etmek kolay. Ömer Baba’yı taklit etsinler de göreyim. Ömer Baba olmak zor iş. Bana “Günlük yaşamınızda da Ömer Baba gibi misiniz?” diye soruyorlar. Olamam diyorum, çok zor. Türk insanı televizyonda seyrettiği insanların gerçek hayatta da öyle olduğunu zannediyor. Hâlbuki ki biz birer oyuncuyuz. “Çarşı Pazar” isimli bir filmde dede rolünde oynadım. Bir filmde aklı başında bir döşemeciyi, bir başka filmde de daha komik bir tipi oynuyorum. Çünkü ben oyuncuyum. Daha önce “Deli Yürek” dizisinde hortumcu bankacı rolünde oynamıştım. Arabamı görüp insanlar “Hortumlaya hortumlaya bunu mu aldın?” diye soruyorlardı. “Kurtlar Vadisi”nde Ömer Baba’yı oynadım “Çocuklarıma nazar değiyor, okur musun?” diyenler oldu. Olmaz böyle şey yahu. Bu durum Türk insanının sanatta ne kadar geri kaldığını gösteriyor. Herkes televizyon denilen kutuya saplanmış vaziyette. Ben aynı anda üç dizi seyreden insanlar gördüm. Bu nasıl bir iştir? Böyle bir şey olmaz.
“Ben bir oyuncuyum, bazen bir ‘muzip dede’ bazen bir ‘hortumcu bazen de ‘Ömer Baba’yım.”