Kadîm medeniyetler arasında varlığını ordu-millet anlayışıyla teşekkül ettiren Türk milletinin ve ordusunun temel taşlarından birisini meydana getiren “mehter teşkilatı” bugün bile tarihin tozlu sayfalarından kulağımıza ve gönlümüze olan inanılmaz tesiriyle varlığını çeşitli evreler geçirerek yaşatmaya devam etmektedir.
Mehter, dünyadaki askerî bandoların temel taşı ve ilki olarak kabul edilen Türklere özgü bir teşkilattır. Farsça “daha büyük, en büyük” anlamına gelen “mihter” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir ve bu kelime Osmanlı saray teşkilatında çeşitli hizmetkâr gruplar için (çadır, at, çalgı koruma görevlileri gibi) de kullanılmıştır. Bizim bugün anladığımız manadaki mehter ise “çalıcı mehterler” anlamına gelen “mehterân-ı tablu alem” ifadesinde anlamını bulmaktadır.
Mehter teşkilatının kökeni eski devirlere kadar gitmektedir; ancak mehter ve mehterhâne deyimlerine tarihî kayıtlarda 16. yüzyıldan itibaren rastlanmaktadır.19. yüzyıla kadar Türk ve İslam devletlerinin teşkilatlarında yer alan bando takımlarının barışta ve savaşta icra ettikleri göreve ‘nevbet vurma’, bu takımlara da “tablhâne, nakkârehâne, mehterhâne, nevbethâne” deniliyordu.
Mehterin doğuşu Orta Asya Türk tarihinde aranmalıdır. Eski Türklerde de egemenlik sembolleri bayrak, tuğ ve davuldur. Bu semboller savaşta hakanın çadırının önünde bulunur, davul ya da kös adı verilen büyük davullar burada çalınırdı. Mehter bu açıdan yalnız savaş başlangıcı veya sefere çıkışla ilişkilendirilebilir. Davul mehterin vurması da bir çeşit savaş andı olarak kabul edilebilir. Anlayış, düşünce ve uygulanış bakımından Hunlardan Osmanlılara kadar da pek bir değişikliğe uğramamıştır.
Davulun ve sancağın bir savaşta kaybedilmesi bir ordunun başına gelebilecek en kötü şeylerden sayılmıştır. Nitekim Hun-Çin savaşlarında tuğ ve başkomutanın bayrak ve davulunun elde edilmesi Çinliler tarafından büyük başarı sayılmış, bu egemenlik belgelerinin elden gitmesi ile idare-ordu dağılmıştır. Yine Çinliler, Göktürk devletine isyan eden Türk prenslerinin isyanlarında başrol oynayarak onlara kurt başlı bayrak ve davul verme yoluyla onları kağan ilan ederek husumeti derinleştirmeye çalışmıştır.
İslâmiyet öncesinde de mehterin savaşa çıkış öncesindeki tören dinî bir anlam taşımaktadır. Bu dönemde tuğlara kurban verilerek sefere çıkılmaktaydı. İslâmiyet’in kabulü sonrasında Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinde de bu Türk töreleri tek tanrı inancına olan yakınlığı sebebiyle İslâmiyet kisvesini giymekte sorun yaşamamıştır. Bu anlamda mehterde, ‘kanun-ı kadîm’ ile ‘İslâmiyet’ birleşmiş ve yeni bir sentez oluşmuştur.
Osmanlı mehterinin kuruluşu, tarihî geleneğe göre, Anadolu Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un Osman Bey’e bağımsızlık fermanı ile birlikte bayrak, zil, boru, davul ve nakkâreden oluşan tuğ takımı göndermesiyle başlatılmaktadır. Osman Gazi ikindi vakti vurulan bu nevbeti hürmeten ayakta dinlemiş ve o günden sonra her ikindi vakti çalınan nevbet padişahlar tarafından -Fatih Sultan Mehmed’e kadar-ayakta dinlenilmiştir.
Teşkilat ve enstrümanların gelişimine paralel olarak gelişen ve değişen mehter, Türk toplumunun yapısı ve geleneklerinden doğmuş zamanla büyük bir kurum olarak yerleşmiş ve yüzyıllarca yaşamıştır. 8. ve 9. yüzyıllarda yalnızca davul ve ilkel borularla vurulduğu tahmin olunan mehter, 11. yüzyılda kös, davul, boru ve zil ile vurulmaya başlanmıştır. 12. yüzyılda da “nây-ı Türkî” adı verilen Türk borusunun da enstrümanlar grubuna katılması ile mehter bugünküne yakın şekliyle ortaya çıkmıştır.
“Mehteran-ı tabl u alem”in yani resmî mehterin dışında bir de esnaf mehterleri vardır. Bunlar savaş, zafer, sultan düğünü, şehzadelerin sünnet düğünü gibi büyük törenlerde padişahın huzurunda geçit resminde bulunan esnaf loncaları tarafından kurulan mehterlerdir. Bunlar aynı zamanda mehterbaşı olan esnafbaşıların izniyle zaman zaman halk tarafından tertiplenen düğün, dernek gibi eğlencelere katılmışlar ve eğlence musikisi icra etmişlerdir. Mehter, bu sivil yönüyle birlikte diğer askeri musiki topluluklarından ayrılmış, toplumun çok geniş kesimine ulaşmıştır.
Mehter Takımı
Mehter takımında mevcut her sazın sayısına “kat” adı verilir ve mehter takımının büyüklüğü bu katlarla ifade edilirdi. Önceleri dokuzar adet davul, zurna, nakkâre boru, zil, ve çevgândan meydana gelen ve padişaha ait olan en büyük takıma dokuz kat mehter denilirdi. Daha sonraları bu sayı on iki kata çıkarılmıştır. Bu enstrümanların içinde adı bize en yabancı gelenler nakkâre ve çevgândır. Nakkare yarım küre biçiminde bir çift küçük davuldan oluşan vurmalı bir çalgıdır. Çevgân ise, çepeçevre çıngıraklar, ziller takılı bir çemberle, bunu yukarda tutmayı sağlayan uzun bir saptan oluşan ritim çalgısıdır. Aynı zamanda bir tür tuğ olan çevgân, yürüyüş halinde mehter takımının en önünde yer alır, sapı yere vurularak çalınırdı. Mehter takımı yürüyüşe geçmişken en önde sancaklar ve tuğlar yer alır ve tuğlardan sonra sırasıyla mehterbaşı, çevgânlar, zurnalar, borular, nakkâreler, ziller ve davul çalanlar yürür. En sonda da at üzerinde kösler getirilirdi.
Mehterin kendine has bir tören yürüyüşü vardır. Bu yürüyüş sağ adım ile başlayan, iki adım ilerlenip sağa ve iki adım ilerlenip sola selam verme şeklindedir. Bu yürüyüş daha sonraları farklı bir bakış açısının ürünü olarak Osmanlıyı ve mehterini kötülemek için ‘iki ileri bir geri’ şeklinde yanlış bir yoruma kurban edilmiştir. Yürüyüşü bitip yerleşime geçen mehterde en büyük davul olan kös ortaya yerleşir, diğer katlar da etrafına hilâl şeklinde dizilirdi. Mehterbaşı ağa hilâlin ortasına gelerek mehteranla selamlaşır, “Has dur! Nevbete salâ!” nidâsıyla mehteri esas duruşa geçirir. Ardından hangi makamda fasıl yapılacaksa onun veya marşın adını belirtip hepimizin bildiği “Haydi, yâ Allah!” sözüyle nevbet icrasını başlatırdı. Parçalar sona erince nevbet “mehter gülbang”i adı verilen dualar ile son bulurdu.
Gülbang denen dualar iki türlüdür. Mehter normal bir günde bu gülbangi okuyorsa bu “eyyâm-ı adiye gülbangi” adını alırdı. Eğer savaş sırasında okunuyorsa “cenk gülbangi” adını alırdı. Bu duaların birinci bölümünde Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.s) tâzim edildikten sonra bütün Müslümanların sağlık ve selameti için dualarda bulunulurdu. İkinci kısımda ise “cenk gülbangi”ne uygun şekilde, sefere çıkacak veya seferde olan, din ve devlet için çarpışacak mücahide hayır duaları edilirdi. Son olarak dua bir ayetle taçlandırılıp tamamlanırdı. O ayet “Nasrun minallahi ve fethun karîb. Ve beşşirul mü’minîn”(Allah’tan yardım ve zafer (nusret) ve yakın bir fetih! Mü’minleri müjdele!) Bu ayetin üzerine söylenecek tek söz kalır zaten, mehter de onu söylemektedir: “Yektir Allah!”
Müziğin insan psikolojisi üzerindeki etkisinin en iyi açıklaması mehterle yapılabilir. Kendi ordumuzun askerleri bu marşlar, dualarla şevke gelip savaş gücünü arttırırken; karşı tarafta ise bu müzik korku yaratmaktadır. Bu yüzden mehterde kuruluşundan itibaren genellikle Türk kahramanlığını öven, zaferlere işaret eden ve özellikle dinlenildiği zaman orduyu ve askerleri galeyana getirerek savaşma arzusunu yükselten eserler icra olunmuştur. Bu eserlerin güfte ve bestelerinde daima din için, devlet için, millet için cihad etme gazi veya şehit olma temaları ön plana çıkarılmıştır.
Mehter takımı ordunun ric’at ve hatta bozgun hallerinde dahi görevini sürdürür, ancak en son birlik geri çekildikten sonra yerini terk ederdi. Bundan dolayı II. Viyana Kuşatması bozgunu sırasında da mehter en arkadan çekildiği için, bütün mehter takımlarının çalgıları düşman tarafından ele geçirilmiş ve bugün çeşitli Avrupa müzelerinde sergilenmektedir. Yine aynı kuşatma sırasında gece gündüz nevbet vuran mehter takımlar halk üzerinde çok etkili olmuş, mehterlerin kıyafetleri kadar müzikleri de Batı’da bir moda meydana getirmiştir. Özellikle kuşatmanın olumsuz etkilerinin geçtiği 18. yüzyılda davul başta olmak üzere bazı mehter çalgıları (zil ve çevgân gibi) Avrupa orkestralarına dâhil edilmiştir. Tarihte; Avusturya, Macaristan, Polonya, Rusya gibi ülkeler kendi ülkelerinde benzer teşkilatlar kurmuşlardır. Glück “Üç Viyana Klasiği” denilen, Mozart, Beethoven, Haydn, Weber, Rossini gibi ünlü besteciler “alla Turca (Türk tarzı)” adını verdikleri, Osmanlı askerî musikisini hatırlatan ritim ve nağme düzeni içinde bazı besteler yapmışlardır.
Sultan II. Mahmud devri Osmanlı tarihinde batılı anlamda köklü ıslahatları getirirken mehter açısından da olumsuz bazı getirileri içinde barındırmıştır. 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, Yeniçeri müziği olarak da bilinen mehter, eski itibarını yitirmiş ve hemen hemen terk edilmiştir. Birçok alanda başlatılan batıyı örnek alma usûlü, askerî müzikte de kendini göstermiş, mehterin yerine batıdaki örneklerine uygun bir bando kurulmuştur. İlk Osmanlı bandosunun başına önce Fransız Mangule, daha sonra da İtalyan Donizetti getirilmiştir. Böylece 1831’de resmen faaliyete geçen Mızıka-i Hümayun ile mehter için karanlık devir başlamıştır.
II. Meşrutiyet’le birlikte Müze-i Askerî-i Hümayun yani bugünkü askerî müzenin kurulup başına Ahmed Muhtar Paşa’nın getirilmesiyle mehter için yıllarca süren karanlık devir bitmiştir. Müzisyen Celal Esad Arseven ile birlikte girilen bu kuruluş aşaması, mehterin tarihinde yeni bir dönüm noktası olmuş, eski kaynaklar incelenmiş, yeni besteler yapılmıştır. 1917 yılında zamanın Hariciye Nâzırı Enver Paşa kişisel çabalarla yaşatılmaya çalışılan mehteri ordu bünyesinde teşkilatlandırmak için bir emir ve yönerge yayımlamıştır. Fakat devletin içinde bulunduğu mütareke dönemi ve sonrasındaki buhranlar yüzünden mehter, Cumhuriyet’e kadar çok zayıf bir icra gücüyle yalnız şekil olarak askerî müzede varlığını idame ettirmiştir. Millî Mücadele yıllarında Kuva-yı Milliye komutanı Mülazım Halil Nuri Yurdakul, Bozöyük’te ve Maraş’ta birer mehter takımı kurmuş, kurulan bu mehterler askerin maneviyatını yükseltmekte etkili olmuştur. Tüm bu kurulan mehter takımları aslına uygun olarak yürütülmediği gerekçesiyle 1935 yılında dönemin Milli Savunma Bakanı Zekâi Apaydın tarafından kaldırılmıştır.
Bugünkü Mehter ve Kuruluşu
1952 yılında İngiltere kralı VI. George’un ölümü nedeniyle düzenlenen cenaze törenine Türkiye’den Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Genelkurmay Başkanı Org. Nuri Yamut katılmıştır. Cumhurbaşkanı Bayar, törene tarihî kıyafeti ve enstrümanları ile tarihî müziğini icra ederek katılan İskoç Gayda takımına gösterilen ilgiyi görmüştür. Bunun üzerine kapatılışının akisleri hala devam eden mehterin yeniden kurulması için Genelkurmay Başkanlığına gerekli direktifi vermiştir. Böylece 1952 yılı bugün çalışmalarını aralıksız sürdüren günümüz mehterinin kuruluş yılı olmuştur.
Askerî müzenin ilk müdürü Ahmed Muhtar Paşa’dan beri askerî müzenin tarihî müzik bölümünü oluşturan mehter, bugün de sürekli ve titiz bir araştırma, çalışma içerisinde bulunmakta ve gerek yurt içinde gerekse yurt dışında ilgiyle, takdirle izlenen bir tarihî müzik topluluğu niteliğini devam ettirmektedir. Ayrıca Kültür Bakanlığı, İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu ve bazı belediyelerin bünyesindeki mehter takımları da bu tarihî kültür mirasını yaşatmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.