Avicenna mı? İbn-i Sina mı?

avicenna

İnsanlık tarihinin güya en bilimsel ve sanatsal, dolayısıyla da öncü medeniyeti rolünü yüzyıllardır herkese oynayan, bizim “Batı” onların ‘Occident’ dediği şey hakkında düşündüğümüzde; Occident’in aslında aldığı besini ve havayı dahi reddedip ‘onlar da benden’ diyen bir kibir ve o kibrin diğer insanlık üzerindeki mülahazalarıyla karşılaşırız. Öyle ki O, bilimi, sanatı sahiplenirken İbn-i Sina’yı da ancak ‘Avicenna’ olarak hazmedebilmiş. Diğer taraftan biz ise batının 600 yıl boyunca kitaplarını okuttuðu bir bilim adamının ancak adını bilen nesiller yetiştirmişiz. Hatta Avicenna adıyla hastahaneler bile açmışız. İbn-i Sina’yı biraz da olsa tanımanın vakti geldi sanırız.

İbn-i Sina, her şeyden önce bir hekimdir. İnsan hekimliğinin bütün yasalarını deney ve gözlemlerine dayanarak yazdığı “El- Kanun fi’t-tıp” adlı eseri, Latince’ye çevrilmiş, daha sonra Fransızca, Almanca ve İngilizce çevirileri 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batı’nın hemen bütün üniversitelerince ders kitabı olarak okutulmuştur. Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St.Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir. Batı tarafından ‘Avicenna’ adı ile anılan İbn-i Sina, mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen bir takım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Veremin bulaşıcılığını, hastalıkların su ve toprakla yayılımını, psikoloji ve vücut sağlığı arasındaki ilgiyi ilk olarak o ortaya koymuştur. 760 farklı ilacın tarifini yaparak döneminin en büyük farmakoloji kaynağını meydana getirmiştir. Menenjiti ilk tarif eden odur. Anatomi, jinekoloji ve çocuk sağlığı konularında değerli saptamalar yapmıştır. Batının 19. yüzyılda bir tesadüfle fark ettiği insan vücudunda kanın “küçük deveranını”, İbn-i Sina, daha 10. yüzyılda biliyordu.

Sina, ilk büyük İslam filozofudur. Felsefeye tıpkı Farabî gibi başlamış, fakat daha sonra ondan ayrılarak Yunan felsefesi ile İslâm Kelâm’ını uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu ilginç deneme, daha sonraki yüzyıllarda sürdürülmüş olsaydı hem doğuda bir felsefe geleneği kurulmuş ve gelişmiş olacak, hem de batı felsefesi “insan gerçeği” üzerine daha sağlam oturmuş olacaktı. Nitekim 18. yüzyıla kadar batının hemen bütün filozoflarını etkilemiştir. İbn-i Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni Platonculuk ve Kelam’ın birleşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı’dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz. Felsefik ansiklopedisi ‘Kitab’ül Şifa’ felsefeden bilime kadar çok geniş bir alandaki bilgiyi toparlaması bakımından muazzam bir çalışmadır. Ortaçağ Avrupası’na olan etkisi, birçok eserinin Latince’ye çevrildiği İspanya üzerinden olmuştur. Batıda, ‘Aviciannism Latin’ adı ile anılan akım, Ortaçağ skolastik felsefesini derinden etkilemiştir. ‘Avicannism’ 1210 yılında yasaklanana kadar özellikle Paris’te çok etkin olmuştur. Psikoloji ve bilgi teorisi çalışmaları William Auvergne ve Albertus Magnus’u da etkilemiştir. Matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir. Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuramı’nın doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn-i Sina kimya alanında çalışmış ve önemli keşiflerde bulunmuştur. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbn-i Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.

İbn-i Sina

 “Öteki bilgiler arasında tıp da öğreniyor, nazarî bilgimi hastalar üzerindeki gözlemlerimle tamamlıyordum. Böylece aralıksız çalışmaya devam ettim. Geceleri de okumakla, yazmakla uğraşıyordum. Uyku bastıracak olsa bir bardak bir şey içerek açılıyor, yeniden çalışmaya koyuluyordum. Uykuda bile zihnim, okuduğum şeylerle meşgul oluyordu. Çoğu zaman, uyandığım zaman halledemediğim bazı şeylerin uyku sırasında halledilmiş olduğunu gördüm.

Bir ara, Aristoteles’in “Metafizik”ini incelemeye başladım. Bu kitabı belki kırk kere okuduğum halde anlayamadım, ümitsizliğe düştüm. Bir gün mezatta bir kitap satılıyordu. Beni tanıyan tellal bu kitabı almamı tavsiye etti. Bu, Farabî’nin uğraştığım halde anlayamadığım konu üzerinde yazılmış bir eseri idi. Kitabı aldım, eve dönünce hemen okumaya koyuldum. O vakte kadar anlayamadığım Aristotales’in kitabındaki fikirleri derhal kavradım. Buna son derece sevindim. Allah’a şükrederek secdeye kapandım; fakirlere sadaka dağıttım.”

Fizik bilimine katkısı ısı, ışık ve mekanik gibi çeşitli enerji formları üzerinde yaptığı çalışmalarla olmuştur. Eğer ışığın algılanması ışık kaynağı tarafından bazı partiküllerin emilimine bağlıysa ışık hızının sınırlı olması gerektiği sonucuna varmıştır. Aristo mekaniğini eleştiren İbn-i Sina kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton’da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesine yaklaştığı anlaşılan İbn-i Sina, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir. İbn-i Sina’nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği’ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı’ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı’da impetus terimiyle karşılanmıştır. Yerçekimi üzerinde deneyler yapmış ve bir çeşit termometre icat etmiştir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur. Müzik alanında Farabi’nin yaptığı çalışmaları geliştirmiş, armonik sistem üzerine önemli saptamalarda bulunmuştur. (n+1)/n olarak ifade edilen titreşim serisinde, n=45 olduğunda kulağın bunları algılayamadığını ifade etmiştir. Mineraller üzerine yaptığı incelemeler, 13. yy. Hristiyan Ansiklopedistler’in Jeolojisi hakkında en önemli kaynakları olmuştur. Sina, bütün kurduğu teorileri deneyden geçirmiştir. İbn-i Sina’nın 10. yüzyılın başında kullandığı deneylerden teoriye geçmek metodunu batı dünyası ancak 16. yüzyılda kullanmaya başlayacak ve çağımız uygarlığını bu metodun getirdiği bilgilerle kuracaktır.

‘Siyasi kaosun merkezinde ömür’

İbn-i Sina’nın yaşamı hakkında en doğru ve kesin bilgiyi, sadık dostu Juzjani’nin kalem aldığı, alimin kendi otobiyografisi vermektedir. Ailesi Belh’ten gelerek Buhara’ya yerleşmiştir. İbn-i Sina, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan’dayken orada doğdu. Daha 10 yaşındayken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Babasının, sağladığı eğitim sayesinde 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. Buhara Emiri Nuh İbn-i Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardıktan sonra Samanoğulları sarayının kütüphanesinde çalışma izni aldı. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ’dan ayrılarak Harzem’e gitti. Burada, El Biruni ile çalışma fırsatı yakaladı. EI Biruni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun bilgisine değer vermesi kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata uğradı. Harzem’de barınamayarak yeniden yollara düştü; İran’ın batısına, önce Rey’e, daha sonra Hamedan’a gitti. Burada Emir Şemsüddevle, kendisini vezir ve Reis – ül Hukema tayin etti. Burada gündüzlerini kamu işlerine, gecelerini ise ilme ayırdığı yoğun bir çalışma programı uyguladı. Bu hummalı çalışmanın meyvesi de Kitab’ül Şifa oldu. Şemsüddevle’nin ölümünden sonra, siyasi durum Sina’nın aleyhine dönünce, çareyi İsfahan’a Alaaddündevle’nin Sarayı’na gitmekte buldu. Yoğun fakat bir o kadar verimli çalışmalarını burada da sürdürdü. Emir ile birlikte Hamedan’a doğru sefere çıktığında uzun süredir çektiği mide hastalığına yenik düşerek, 1037 yılında 57 yaşındayken vefat etti. İbn-i Sina, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olmak üzere 150 civarında eser yazdı. Bu kitaplar Farsça olan birkaçı dışında, o devirde adet olduğu üzere Arapça’dır. Kanun ve Şifa ile birlikte Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.

Dünyanın ilk romancısı; Dünyada ilk felsefî roman denemesi, İbn-i Sina tarafından yapılmış ve yazdığı iki romanla, dünyanın ilk romancısı ünvanını kazanmıştır. Eserleri Lâtince, İbranice, Süryanice’den başlamak üzere bütün dünya dillerine bir çok defalar çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Bütün bunlardan başka İbn-i Sina’nın çok güzel şiirleri de vardır.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir