“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir örtü ve bir de süslenecek elbiseler indirdik. Takvâ libası ise daha hayırlıdır. Bu, işte Allah Teâlâ’nın ayetlerindendir. Umulur ki, düşünürler…” (Araf-26)
İnsanın giysi ile imtihanı yasak meyveyi yediği günden beri süregelmektedir. Kutsal kitaplar Adem’in yasak ağaca yaklaşması sonucu üzerindeki elbiselerinden sıyrılıp çıplak kaldığını, bunun üzerine “çok utandığını” beyan eder. Buradan da anlaşılacağı üzere örtünmek ve örtündükleri yoluyla güzel görünmek insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Zira bu mesleğin Tanrı tarafından insana bahşedildiğini anlatan yukarıda alıntıladığımız ayette de vurgulandığı gibi insanoğluna bahşedilen ikramlardan biridir güzel giysiler…
Peygamberler arasında İdris (a.s’ın) terzilikle uğraştığı bu nedenle “terzilerin piri” olarak anıldığı halk arasında yaygın bir bilgidir. Terzilik mesleği; “biçki” ve “dikiş” denen iki ana kaideye dayanmaktadır. Ayrıca biçki ile uğrayan erkek ustalara “makas” adı da verilmektedir. Biçki, kesilip dikilecek kumaşların, onu giyecek kişilerin ölçülerine ve modellerine göre biçme işine denir. Dikişse kumaşlar biçildikten sonra, kesilen parçaların birbirine eklenmesi, onların birbirine uydurulması işidir. Dikiş kendi başına ihtisas isteyen bir sanattır. Terzilikteyse çok daha mühimdir.
Biçki ve dikişten sonra terzilik mesleğinin içinde bulunan prova etme işi de çok önemlidir. Prova; elbisenin henüz tamamlanmadan dikilen, kişinin vücuduna uygun olup olmadığını öğrenmek için yapılan denemedir, kontroldür. Dikişte ve biçkide bir hata varsa bu sırada düzeltilir.
İlk zamanlar erkek ve kadın elbiselerini aynı terziler dikerlermiş. Günümüzde genel olarak erkek ve bayan terzileri ayrıdır. Bazı yerlerdeyse hem erkek ve hem kadın elbise dikimleriyle uğraşan erkek terziler de vardır. Son yıllarda ise hazır giyim çok geliştiğinden ısmarlama elbise diken terzilik mesleğine rağbet azalmıştır.
Biz de Kırmızı-Beyaz okurları için bu mesleğe yarım asır adamış, 50 yıllık mesleki tecrübesiyle terziliğin geldiği noktayı öğrenmek üzere Güngören’de küçük bir dükkân işleten Mahmut Turgut’la röportaj yaptık. Bu mütevazi işletmeye adımınızı attığınızda aklınıza gelen ilk kelime keşmekeş oluyor. Çünkü içerisi sadece Mahmut Bey’in kullanabileceği şekilde dizayn edilmiş.
Mesleğe adanan bir ömür
Mesleğe ne zaman başladınız ve kaç yıldır bu işle iştigal etmektesiniz?
Ben Mahmut Turgut… Sivaslıyım. Terziliğe Konya’da 13 yaşında geçim sıkıntısı yaşarken başladık. O zamanlar terzilik kıymetli mesleklerdendi. Yaklaşık 50 yıldır elimde makas uğraşıyorum. Konya’dan sonra ailemizle birlikte İstanbul’a göç etmek zorunda kaldık. Ben Konya’da bu işi öğrendiğim için ailemin de isteğiyle mahalle terzisinde tekrar kendime iş buldum.
Kumaş israfı ekmek israfından fazladır
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte konfeksiyonel anlamda da birçok yenilikler meydana geldi. Siz, eski ve yeni durumu incelediğinizde gördüğünüz temel farklar neler?
Gördüğüm en büyük fark israf. Bugün Merter Bölgesi bildiğiniz gibi tekstil işinin merkezi hükmünde. Atölyelerin, iş merkezlerinin önünden geçtiğinizde ne görüyorsunuz? Ben söyleyeyim… Çöpe atılmak üzere dağ gibi yığılan kumaş parçaları… Bu işi birazcık bilen biri olarak söylüyorum, makine insan gibi hesaplı değildir. Biz eskiden en ufak bir parçayı dahi kıymetlendirmeye çalışırdık. Bugün tekstilde yapılan israf ekmek israfından fazla. Bu konfeksiyonların önüne atılan atık parçalardan tam on Türkiye yeniden giydirilir.
Makinenin insan hayatına etkisi ile birlikte terzilik sanat olmaktan da çıktı. Şimdi terzilik kalmadı iş tamirciliğe döndü. Bugün aldığım işlerin çoğu insan üzerine bir şekilde uymayan, yanlış dikimlerin düzeltilmesi… Önceden biz beden ölçülerini esas alırdık. Ben şahsen hala öyle çalışıyorum. Her insan farklı beden ölçülerinde yaratılmıştır. Bunu elli yıllık bir birikimle söylüyorum. Bugün makinenin insan için belirlediği ölçülere göre dikim yapılıyor. Bunun sonucunda ise yılda milyonlarca dolar dikilenin yeniden dikilmesi sonucu çöpe atılıyor. Bir terzi bedenine dokunmadığı işi almamalı. Fakat müşteri kaçacak korkusu ile bize gelen her işe eyvallah demek zorunda kalıyoruz.
Sizden sonra bu işi devam ettirecek çocuğunuz, yamağınız var mı?
Çocuklarımdan hiçbiri bu mesleğe ısınamadı. Çünkü geleceği yok bu işin. Bir yamağım dahi yok. Ne devlet bizim gibi terzileri destekliyor ne de biz bu meslekle bir birikim elde edip yatırım yapabiliyoruz. Fiyatlarımızı belirlerken bile temel korkumuz, teknolojiyi kullanarak maliyeti düşüren terzilere müşterilerimiz kaymasın… Benden sonra bu dükkân kapanır. Bu dükkân kapanırsa da bir daha açılmaz. Devlet, Terziler Odası bizim gibi küçük esnaflara fazla bir destek vermiyor. Kredi almak için bile yanımda 8 kişi çalışması gerekiyor. Oysa ben bu meslekten doğru dürüst para bile kazanamıyorum. Bir bisikletim dahi yok… Terzilerin çoğu bu işi bağımsız olarak yapamıyor. Bir fabrikada, konfeksiyonda maaşla çalışmak zorunda kalıyor. Böyle olduğunda mesleki ilerleyiş duruyor. En basitinden biz bir ceketi dikmek için saatlerce harcarken bugün yapışkan modellerle on dakikada halledilebiliyor. Teleği yıkamak, dikmek, göğüs molası vermek mazide kaldı… Gönül ister ki devletimiz bizim gibi bu işi aşkla yapmak isteyenlere de elini uzatabilsin.