İsmini herkesin bildiği fakat içeriği hakkında çok az kişinin bilgi sahibi olduğu Türk-İslam dünyasının ilk kanunu Mecelle hakkında konunun en önemli uzmanlarından Mehmet Akif Aydın’la görüştük.
Mecelle, aslında sadece bir hukuk metni değil. Derinlemesine incelendiğinde; dönemsel bir hukuk metni olmanın çok daha ötesinde, kişisel ve toplumsal ilişkiler, ticaret, ibadet, etik ve daha pek çok alanda önemli bir başvuru kaynağı olduğunu görmemek mümkün değil. Mecelle, içerdiği pek çok hüküm ve içtihadla; evrensel hukukta olduğu gibi bireysel yaşantımızda dahi uygulanabilirliği olan, adilane, bilge ve incelikli bir hayat rehberi. Sadece hükümleri ile değil; hazırlanışı, bir araya getirilişi ve sistematiğiyle bile derinlikli bir hayat felsefesi sunuyor insana. Hele de dayandığı, ilham aldığı ilahi kaynaklar göz önüne alındığında… Bugünlerde orijinal Osmanlıca nüshalarını, ancak emektar sahafların tozlu raflarında zorlukla bulabildiğimiz, unutulmaya yüz tutmuş bu matbu rehber yeniden keşfedileceği günü sabırla bekliyor…
Arzu ederseniz Mecelle’nin ne olduğuyla başlayalım röportajımıza…
M. Akif Aydın – Mecelle, 1868-1876 yılları arasında hazırlanan Osmanlı kanunudur. Büyük çoğunluğu itibariyle borçlar hukuku, eşya hukuku gibi alanları düzenlemektedir. Yargılama hukukuyla ilgili kimi konulara da yer vermektedir.
Mecelle’ye neden ihtiyaç duyuldu? Yani ondan önce de bir hukuk sistemi vardı. Neden Mecelle yazılmak zorunda kalındı?
M. Akif Aydın – Şöyle söyleyeyim, Mecelle’nin hem Türk Hukuk Tarihi hem de İslam Hukuk Tarihi açısından önemli bir özelliği var: Kendi sahasındaki ilk kanundur. Mecelle; o zamana kadar hukuk ve fıkıh kitaplarında var olan hukuk normlarını, bugünkü anlamda kanun şekline getirmiş bir çalışmadır. Bu yönüyle sadece Osmanlı hukuk tarihinde değil, İslam hukuk tarihinde de bir ilktir. İslam hukuk tarihinde bugün gelinen nokta ilk defa Mecelle ile başlamıştır. Bugün, İslam hukukunun yürürlükte olduğu ülkerlerde uygulanan kurallar, büyük ölçüde kanunlar şeklinde ilk defa uygulanmaya başlanmıştır. Bu kapıyı ilk önce açan Şeriye-i Ahkâm-ı Adliyye’dir: Osmanlı Medeni Kanunu diyebileceğimiz Mecelle’dir. İşte bu yönüyle bile İslam hukuk tarinde bir ilktir. Şimdi asıl sorunuza gelince: Batı’da 19. asrın ortalarına gelindiğinde, hukuk alanında çok önemli modifi kasyonların yapıldığını görüyoruz. Bu, Fransız Medeni Kanunu ile başlamıştır. Sonra artarak devam etmiştir. Batı’da Endüstri Devrimi hem ticari, iktisadi hayatta hem de sosyal hayatta çok önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Kanunlar sosyal hayatın ihtiyaçlarına cevap vermek durumundadır. Sosyal, ticari, iktisadi hayatta köklü değişiklikler olduğunda, hukuk buna uygun bir tavır almak mecburiyetindedir. Batı hukukunun da buna uygun bir tavır alması gerekiyordu. Bu tavır da esas itibariyle Kara Avrupası’nda kanunlaştırmalar yoluyla yapılmıştır. Tabiatıyla, Tanzimat’ta bir çok alanda batı modelini benimsemeye çalıştığımız için ister istemez Batı’daki bu kanunlaştırma çalışmaları da Osmanlı Devleti’ne etki etmiştir. Osmanlı Devleti’nde de 1839’dan sonra çok ciddi bir kanunlaştırma hareketi başlamıştır. Bunlarda, Batı’dan alınan kanunlar önemli bir yekûn tutar. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Osmanlı hukukunun kanunlaştırma çalışmalarına orijinal bir çözüm getirme teşebbüsüdür.
Mecelle’nin İslam hukuk tarihinde bir ilk olduğundan söz ettiniz. Yani Mecelle yapılana kadar Osmanlı veya diğer İslam devletlerinin yazılı, kanun şeklinde resmi hukuk normları yoktu, öyle mi?
M. Akif Aydın – Hukuk kurallarının belirgin ve biliniyor olması, adil bir yönetim için son derce önemlidir. Aksi bir durum keyfi liktir. İslam hukuk tarihinde, Mecelle örneğine kadar bu kurallar İslam hukukçularının yaptığı yorumlarla ortaya konmuş ve fıkıh kitaplarından yararlanılmıştır. Dolayısıyla, Mecelle’ye gelinceye kadar; Osmanlı kadısı herhangi bir hukuki problemi çözerken, bir hukuk kuralını öğrenmek isterse; zaten eğitimini aldığı fıkıh kitaplarından bunu öğrenme, uygulama imkânına sahipti. Ama, şöyle bir zorluk da vardı: Bu kitaplardaki hukuk kurallarını uygularken çok iyi yetişmiş olmak gerekmekteydi. Hukuk formasyonunu iyi edinmiş olmak gerekliydi. Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi’ne geldiği zaman ise, bir çok kurum gibi medreseler de (hukuk fakülteleri) düzgün işlememektedir. Dolayısıyla, hukuk fakültelerinden çok iyi yetişmiş hukukçuların çıktığını söylemek mümkün değildir. İşte kanunlaştırmanın getirdiği kolaylık buradadır. Mecelle’nin farkı; yüzlerce kitapta, çeşitli üsluplarla yazılmış olan kuralları, medreselerin çok iyi çalışmadığı, iyi yetişmiş hukukçuların olmadığı Tanzimat Dönemi’nde, Türkçe olarak ortaya konmuş olmasıdır.
Mecelle’nin günümüzde bir benzeri var mı?
M. Akif Aydın – Mecelle’den sonra İslam dünyasında bu yönde modifi kasyonlar, kanunlaştırmalar yapıldı. Mecelle’den sonra Osmanlı devletinde 1917 yılında yine benzer bir kanun hazırlanmıştır.“Hukuk-u Aile Kararnâmesi”. İslam ülkelerinde bu ilktir. Daha sonra Osmanlı Devleti’nden Osmanlı coğrafyası dışında kurulan İslam ülkelerinde, İslam hukuku alanında birçok kanunlaştırmalar yapılmıştır. Yanlış anlaşılmayı önlemek eklemek lazım; hem İslam hukukunun uygulandığı alanları hemde vergiler, arazi hukuku, ceza hukuku gibi İslam hukunun çok ayrıntılı düzenlenmediği alanları Osmanlı yönetimi keyfi bir tarzda düzenlememiş, bu belgelerin bilinir ve belirgin olmasına özen göstererek, bunları kanunnâmeler ile düzenlemiştir. Ayrıca, bu kanunnâmelerin halk tarafından bilinir olmasına ehemmiyet vermiştir.
Mecelle’nin aynı kategorideki diğer hukuk metinlerinden farkı/farkları nelerdir?
M. Akif Aydın – Mecelle Türkçe olarak hukuk kurallarını içeren en önemli metindir. Mecelle’ye kadar fıkıh kitapları daha çok Arapça yazılmıştır. Arada Türkçe metinler de yok değildir. Ayrıca, hukuk kitapları da vardır. Fakat hukuk dilinin Türkçeleşmesi konusunda Mecelle’nin son derece önemli rolü olmuştur. Bir kanun metni yazmak çok kolay bir iş değildir. Hele medeni kanun, ticaret kanunu ve ceza kanunu gibi hukukun temel disiplinlerinde; bu alanların bütününü kapsayan bir metin yazmak son derece zor bir iştir. Hem kuralları çok iyi özümsemeniz gerekir hem de bunu anlaşılır ve yanlış anlaşılmaya mani olacak netlikte ve üslupta ortaya koymak gerekir. Bu da ancak, zaman içerisinde ulaşılan bir merhaledir. Mesela, Batı’daki önemli kanunlar ancak sonraki merhalelerde olgun bir kıvama gelmiştir. Batı’da da kanunlaştırmanın ilk örnekleri, hiç de o kadar başarılı değildir. Mecelle ilk olmasına rağmen başarılı bir örnektir ama Mecelle’nin de bir takım eksiklikleri vardır.Mecelle’nin Türkiye Cumhuriyeti’nde yürürlük imkânı kalmamıştır ama ilmi bir metin olarak İslam hukuk tarihinde hala çok önemli bir yere sahiptir. İslam hukuku hakkında kitap yazan araştırmacılar, dünyanın her yerinde Mecelle’yi çok saygın ve güvenilir bir kaynak olarak kullanmaya devam etmektedirler. Belki bu noktada Ahmet Cevdet Paşa’ya değinmek gerekir.
Mecelle’nin bu kadar saygın bir hukuk metni olarak ortaya çıkmasında Ahmet Cevdet Paşa’nın rolü nedir? İyi bir yazar olması Mecelle’ye ne katmıştır?
M. Akif Aydın – Şimdi bakın, yazar olmak meselesi son derece önemlidir. Kötü hukuk metni ile iyi hukuk metni arasındaki fark, zannedildiğinden çok daha fazladır. Bu yüzden “Nasılsa bu kurallar biliniyor. Bunu herkes yazabilir.” diye düşünmek fevkalade yanlıştır. Bunun yanlışlığının örneği, güncel anayasa tartışmalarında da ortaya çıkıyor. Ortaya kötü bir metin koyarsanız, bunu zaman zaman doğru yorumlamak çok güç olmaktadır. Bu bakımdan hukuk dili, kanun dili son derece önemlidir ve bunu iyi yapan kimsenin rolü zannedildiğinden daha önemlidir. Cevdet Paşa, Tanzimat Dönemi’nin en önemli sîmalarından birisidir. Çok iyi yetişmiştir. Halk kültürünü çok iyi öğrenmiştir. dönemde, Tanzimat ricali dediğimiz Mustafa Reşit Paşa ve ekibiyle tanışmıştır.
Cevdet Paşa, Borça’da doğmuştur. Tanzimat’ın ilanında, 17 yaşında İstanbul’a gelmiştir. Çok çalışkan ve çok zeki bir insandır. İstanbul’da çok iyi bir tahsil yaptığını biliyoruz. Mustafa Reşit Paşa – Tanzimat’ın en önemli siması biliyorsunuz… – bir takım hukuki düzenlemeler de yapmayı arzu ettiği için bu hukuk düzenlemelerinin yerleşmiş hukukla da ilişkisini kurmak ve biraz da o gün var olan hukukçuların muhalefetini çekmemek için Şeyhülislamlık’tan bir âlim zât istemiştir. O zaman Şeyhülislam Arif Hikmet Bey, Cevdet Paşa’yı göndermiştir. Böylece Cevdet Paşa, Reşit Paşa ile tanışmış ve Fuat Paşa, Ali Paşa gibi, o dönemin en önemli sîmalarıyla beraber olmuştur. Cevdet Paşa, Reşit Paşa’ya gönderildiğinde -çok dikkate değer bir şey – 25 yaşındadır. Cevdet Paşa, Batı düşüncesini de Batı bilgisini de edinmiştir. Fransızca öğrenmiştir. Kendisinde hem klasik İslam bilimlerinin hem de Batı bilimlerinin çok yararlı bir sentezini yapmıştır. Reşit Paşa ile tanıştıktan sonra dilinde de gelişmeler olmuştur. Daha basit ve anlaşılır bir Türkçe ile yazmaya başlamıştır. Cevdet miştir. Hem klasik bir medrese mezunudur hem de çok erken döürkçe evdet Paşa daha sonra, Tanzimat Dönemi’nde hukuk alanında yapılan bir çok reforma imza atmıştır. Tanzimat Meclisi kurulunca, Cevdet Paşa da bu meclise dâhil olmuştur. İlk defa 1858 Ceza Kanunnâme-i Hümayunu’nu hazırlayan heyete dâhil olmuştur. Sonra, aynı sene çıkan “Arazi Kanunnâmesi”ni hazırlayan heyetin başkanıdır. Arazi Kanunnâmesi de çok önemli bir kanundur ve fevkalade güzel kaleme alınmıştır. 1858’den 68’e kadar Osmanlı Devleti’nde hazırlanan bir çok kanunnâme ve nizamnâmeyi Ahmet Cevdet Paşa kaleme almıştır. Tabiri caizse; bu alanda çok iyi yetişmiştir.
Mecelle hazırlandığında önemli bir rakibi vardı: Fransız Medeni Kanunu. Fransız hariciyesi ve Fransız hukukçuları, kendi medeni kanunlarının diğer ülkeler tarafından kabul edilmesi için çok uğraşmışlardır. Mesela; Belçika ve Mısır bunu kabul etmiştir. Daha başka ülkeler de Kod Napolyon’u benimsemişlerdir. Osmanlı Devleti’nde, Mecelle’den önce ilk olarak kabul edilen Ticaret Kanunnâmesi vardır. O da Fransa’dan alınmıştır. Dolayısıyla, Fransa hem hukuki itibar bakımından hem de Osmanlı Devleti’yle ticarette batılı tacirlere uygun hukuki zemin hazırlamak düşüncesiyle, Fransız Medeni Kanunu’nun kabulü için çok uğraşmıştır. O dönemde bu konu çok tartışılmıştır. Ali Paşa da Fransız Medeni Kanunu’nu istiyordu. Ahmet Cevdet Paşa ve Hüsnü Paşa milli bir kanun hazırlanması yönünde baskı yapmışlar, etkili olmuşlar ve Mecelle’ye başlanmıştır. İşte o dönemde, Ahmet Cevdet Paşa bu muhalefetin devam edeceğini bildiği için kanunu bir bütün olarak çıkarmamıştır. Aslında, kanunun bir bütün olarak çıkması lazımdır. Ne yapmıştır? Kitap kitap çıkarmıştır. Bunu yaparken iki amacı vardı: Bir oldu bittiyi kabul ettirmek; ikincisi de, kendisine ve çalışmasına güvendiği için Mecelle yayınlandıkça muhalefetin azalacağını düşünmesidir. Fakat muhalefet devam etmiştir. İnanıyorum ki; Tanzimat’ta Cevdet Paşa gibi 3-4 fi kir adamımız daha olsaydı, Tanzimat’ın kültür alanındaki etkileri çok farklı olurdu. Cevdet Paşa çok yönlü bir insandır. Kendisini çok iyi yetiştirmiştir. Mesela, o zaman ilimler akademisi olarak Encümen-i Daniş kurulmuştur. Bu akademi bir Osmanlı Tarihi yazmayı kararlaştırmıştır ve zamanın yetişmiş insanlarına paylaştırmıştır. Dönemini yazan sadece Cevdet Paşa’dır. “Tarih-i Cevdet” bugün analitik Osmanlı tarihinin en önemli, en önde gelen ve ilk örneklerinden birisidir. Cevdet Paşa sadece hukukçu değildir. Cevdet Paşa’nın ilk görevlendirilmesi Dar-ül Muallimin’dir. Yani öğretmendir aynı zamanda. Edebiyat kitabı yazılacak; Cevdet Paşa oturmuş “Belagat-ı Osmani”yi yazmış. Hiç Türkçe bir mantık kitabı yok; Cevdet Paşa oturmuş; ”Miyar-ı Sedat”ı yazmış… Modern mantığın ilk kitaplarından birisidir. Mesela, matematik kitabı lazım olmuş; Cevdet Paşa matematik kitabı yazmıştır. Böyle çok yönlü bir insandır. Çeşitli nâzırlıklar yapmıştır… Yani Cevdet Paşa gerçekten Tanzimat’ın en önemli simalarından birisidir. Mecelle, onun sayesinde vücut bulmuştur. Kitab-ül Bedia skandalından sonra, Cevdet Paşa Mecelle Cemiyeti’nin başından hiç uzaklaştırılmamıştır. Sonuna kadar Mecelle’yi getirmiştir ve tamamlamıştır.
Mecelle ile Fransız Medeni Kanunu arasında bir rekabetten söz etmiştik. Bu rekabet hukuki bir rekabet mi yoksa siyasi bir rekabet mi?
M. Akif Aydın – Tanzimat dönemindeki kanunlaştırmalara genel olarak bakarsak, bu kanunlaştırmaların önemli sebeplerinden birisinin de batının baskısı olduğunu görürüz. Endüstri Devrimi’yle Batı’da üretim artmıştır. Bu üretim artışını pazarlamak gerekiyordu. Bir de bu üretim artışına hammadde bulmak gerekiyordu. Batı’da sömürgeciliğin yayılması, hem bu hammadde ihtiyacından doğmuştur hem de pazar arama ihtiyacından doğmuştur. Osmanlı Devleti çok büyük bir pazardı. Osmanlı Devleti ile İngiltere, Baltalimanı Sözleşmesi ile gümrük duvarlarını karşılıklı olarak indirmeyi kabul etmişlerdir. Bu kağıt üzerinde eşitliği sağlayan bir anlaşmadır ama sizin İngiltere’ye satacak ürününüz yoksa o kağıt üzerindeki eşitlik hiçbir şeye yaramaz. Baltalimanı sözleşmesini örnek göstererek diğer batılı devletler de bu sözleşmeyi genişletmişlerdir. Özellikle; Kırım harbi sırasında Batı ile ticari ilişkiler çok gelişmiştir. Bu kadar yoğun ticari işlemin yapıldığı bir ortamda anlaşmazlıkların olması kaçınılmazdır. Kabul edilen ilk kanun Ticaret Kanunu’dur. İlk karma mahkeme ticaret mahkemesidir. Bunlar tesadüfi değildir. Dolayısıyla, Fransa’nın kendi kanunlarını kabul ettirme konusundaki baskısının iki sebebi vardır. Bir; Osmanlı Devleti’yle Fransa’nın ve genel olarak Batı’nın ticareti arttığı için borçlar hukuku gibi bir alanda da Batılı tacirlerin çok iyi bildiği ama Osmanlı tacirlerinin çok iyi bilmediği bir hukuki zemini ortaya koymak. Bu, düzeni iyi bilenler için çok önemli bir avantaj sağlıyor. İkincisi de; Napolyon büyük bir itibar gördüğü için hukuki ve ilmi itibar peşinde de koşmak istemişlerdir. Bu sebeple, çok büyük baskılar yapılmıştı Osmanlı’ya. Hatta Fransız Medeni Kanunu tercüme bile edilmiştir. O aşamaya gelmiştir.