Çağları aşan seyyah: İbn Battuta

ibnbatuta

Bundan yüzyıllar önce Hacca gitme niyetiyle yola çıkan genç bir adam, yolculuğunu 30 yıl kadar sürdürür. Sadece Hacca gitmekle kalmayıp bugünün şartlarında bile çok uzun bir mesafe olan 120 bin kilometrelik bir yolculuk yapar. Yolculuğu esnasında başından geçenleri bir seyahatnamede toplar ve adını tarihe altın harflerle yazdırır.

Dünyanın en büyük seyyahlarından İbn-i Battuta, yazdığı seyahatname ile yaşadığı dönemdeki dünyayı günümüze taşıyor. Uzakdoğu’ya da Anadolu’ya da uğ-rayan bu büyük seyyah gözlemleriyle içinde bulundu-ğu zaman dilimindeki tanıklıklarını bizlere aktarıyor. 30 sene süren seyahatleri boyunca 120 bin kilomet-renin üzerinde yol kat eden büyük seyyah zamanın İslam dünyasının neredeyse tamamını ve bunun dışında henüz fethedilmemiş olan İstanbul’u ziyaret eder. İbn-i Battuta’nın Anadolu’ya uğradığı dönem Osmanlı’nın henüz kuruluşuna denk gelir ve farklı beylikleri ziyaret eder.

İbn Battuta’nın Seyahatnamesini Türkçe’ye kazandıran A. Sait Aykut’la bu büyük seyyahı, zamanını ve yenilikler görme coşkusunu konuştuk. Diyebiliriz ki bu çeviri süreci ve İbn Battuta’nın dünyasında geçirdiği zaman kıymet A. Sait Aykut’u derinden etkilemiş ve adeta o yolculukları yeniden yaşatmış. Kendisiyle yap-tığımız söyleşinin İslam dünyasının altın çağlarından birine bir kapı aralamasını temenni ediyoruz.

İbn Battuta ismini ilk defa duyacak birine onu kısaca anlatmamız gerekirse nasıl özetleyebilirsiniz?

İbn Battuta genç yaşta hacca gitmek ve dünyayı dolaşmak amacıyla yola çıkıp 30 küsur yıl sonra ülkesine dönen bir adamdır. Dönüş yolu onda zaman zaman derin hüzünlere gark etse de seyahatın tadını almış biri olarak pişman olduğu söylenemez. Sıra dışı zengin ülkeler, kıtalararası işleyen bir ticaret ağı, devasa gemiler, rengarenk kervanlar, sufiler, alimler, savaş-lar, salgın hastalıklar, farklı adetler, Müslüman kadın alim, tacir ve hükümdarlar, onlarca farklı dilin konuşulduğu İslam şehirleri, yeşil ormanlar, çöller, buz gibi soğuk stepler, azgın nehirler ve yüzlerce farklı yemek görmüş cins biridir.

Genç bir insan ve tüm dünyayı gezmek gibi cesur bir ka-rar. Bugün bile kolayca gerçekleştirilemeyecek bir serüven. İçinde bulunduğu dönemde dini ve askeri nedenler dışında güçlü bir gezme geleneği var mıydı?

Evet o dönemlerde dini ve askeri sebepler olmadan da gezen insanlar vardı. Başka seyyahlar da var. Fa-kat, en azından İslam dünyasında dini ve ilmi sebepler seyahati başlatan en önemli unsurlardı. Bazen bir sufiyi bazen bir alimi, bazen ticaretle öne çıkan bir kenti, bazen de tamamen entelektüel geleneğiyle şöh-ret bulmuş bir bölgeyi ziyaret etmek çok yaygın bir durumdu. Elbette ki ziyaretçilerin her biri veya büyük çoğunluğu eline kalem alıp başından geçenleri yazmış değildi. Bu yüzden biz şaşırıyoruz. Yoksa inanılmaz bir gezi, ziyaret ve ticaret ağıyla karşı karşıya olduğu-muzu söyleyebiliriz. Gezme eylemine niyetlenen kişi-nin sadece dar bir amaçla yola çıktığını ve hep o amaca başlı kaldığını söylemek de tutarlı olmaz. İbn Battuta hacca gideceğim diyordu ama Sela – Daru’l-Bayda li-manına gelen gemiler onun yüreğini çalmış olmalıydı. Yine o dönemde binlerce kişi ticaret gemilerine doluşup Hint Okyanusu’nu geçiyordu ama gezinin bir ye-rinde hemen bir tekkeye uğrama, dua alma hatta 5-10 gün orada kalma gibi niyetler de taşıyordu. Veya deni-ze bir açılıp bir daha hiç dönmeyen, gittiği yerde kalıp orada evlenen yüzlerce ilim talibi veya alim vardı. Mesela Hadrami tabir edilen Güney Arabistanlı alim ve hocaların bugünkü Endonezya, Malezya ve güney Hindistan Müslümanlığı üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Onlar o bölgelere gittiler, renk kattılar, orada evlendiler ve bir daha dönmediler. Bazen de ticaret amacıyla başlayan bir toplu gezi etkileyici bir şeyhle karşılaşınca yeni bir ilim ve hikmet ağının doğması-na yol açıyordu. Kısaca o dönem bugün sanıldığından daha karmaşık, canlı ve güçlü bir ilişkiler ağına sahip-ti. Sanıldığı gibi herkes kazığını çakıp oturmuyordu doğduğu yerde.

Daha açık konuşayım, yerinden kalkıp başka bir yere gitmek, dönmek, sonra yine uzak yerlere gitmek, ticaret yaptığı uzak ülkede kalmak, orada evlenmek, ora-da savaşlara katılmak hayatın tam da içinde olan bir şeydi. Sınırların insan zihninde bugünkü gibi belirginleşmediği, ulus ve etnisiteye dayalı saçma sapan ırkçı fikirlerin daha az olduğu, en azından bugünkü anlama sahip olmadığı hakikaten global bir çağdan bahsediyorum. Elbette engeller vardı, elbette Müslümanlar bile bazı yerlerde kendi aralarında kavga ediyorlardı, ama Darulislam’ın oluşturduğu alan o kadar genişti ki bir delikanlı sabah canı sıkılıp yola çıksa 40 sene sonra ancak dönebilirdi bu devasa alanı gezmekten yorulup… Hem de bugünkü anlamıyla pasaportsuz, vizesiz bir gezme bu… Bir ülkeye vardığınızda en yakın kasaba veya kentin saygın bir tekkesine kapağı atıp size selam getirdim falancadan demeniz yetiyordu! Şaka değil, gerçekten yetiyordu. Bir selamın hakikaten kırk yıl hatırı vardı. Uzak yerden gelmeniz ve farklı bir zanaate veya ilme sahip olmanızdan ötürü de kısa zamanda iş bulabiliyordunuz. Tabi yollarda hastalık, siyasi karmaşa ve sair unsurlardan ötürü postu deldirmediyseniz.

İbn Battuta, Seyhatname’siyle bugün hala isminden söz edilen bir seyyah. Kendisini çağdaşlarından farklı kılan ve bugünlere taşıyan nedir?

İbn Battuta anlatmayı bilen biri. Yoksa o dönemde gezen tek seyyah değil. Nereye gitse kendi gibi bir deli-fişek, bir alim, bir softa veya bir sufiye rastladığını ve bunların da uzak ülkelerden geldiğini söylüyor. Yani başka gezginler de var. Ama onun dili tatlı! Üslubunda Endülüs’ün muvaşşahlarının, psikolojik tahlil yapabilen İbn Hazm’ların havası var. Bu yüzden belki, yüzler-ce arkadaşı oldu.

Onun ikinci özelliği İbn Cüzeyy gibi iyi bir editöre sahip olması, bazen kendisinin de editör gibi dav-ranması. Yani gezdiği yerleri izah ederken muhakkak daha önce gezen biri varsa ona atıf yapıyor, bazen onu düzeltiyor, bazen ona ekleme yapıyor. Böylece kendi unuttuğu yerleri veya kültürel derinliğini tam olarak kavrayamadığı yerleri başka kitaplara gönderme ya-parak anlatıyor. Zaman zaman da el attığı kitaptan uzun bir alıntı yapmış ve alıntının nerede bittiğini de söylememiş olabilir. Bu yüzden onu eleştirmeli miyiz? Bazıları fena halde bu noktaya kafayı takmış vaziyet-te. Ben biraz da bıyık altı bir gülümsemeyle Batı’da ve burada “Yeni şeyler keşfettim, İbn Battuta’nın açığı-nı yakaladım” diyen toy akademisyenlere gülüyorum. O açıklar defalarca tartışılmış, yorumlanmış yeniden ısıtılmış ve en sonunda olağanüstü bir zenginlik olduğuna karar verilmiş şeyler. İbn Battuta zaten “Ben tarihçiyim, ne tuttuysam aynen yazdım” demiyor ki. Kaldı ki o günün şartlarına baktığımızda isim verme-den alıntı yapmak, özetlemek, güncellemek, yeni bir yorumla yeniden ortaya koymak yanı bugün intertex-tualty denen şeyin benzeri durumlar öyle yaygın ki. Hatta İbn Battuta böyle yaptığı için ona teşekkür et-meliyiz, eleştiri yapmak yerine. Eğer o bugün muhtelif kitaplardan alıntı yapmasaydı, gezinin ayrıntılarını bu iktibaslarla süslemeseydi elimizde böyle şahane bir seyahatname olur muydu?

İbn Battuta’nın bir diğer özelliği insan faktörü üze-rinde daha fazla durması. Yani karşımızda etnik özel-likleri, güzelliği, çirkinliği, dindarlığı, dine lakaytlığı, yemekleri, elbiseleri, savaşları, alimliği, cahilliği, siya-seti, fedakarlığı, merhamet, kıyıcılığı, hüznü ve piş-manlığıyla insan var. Binlerce farklı insan var, farklı kıtalardan farklı renklerden ve farklı geleneklerden gelen. İşte İbn Battuta bu zenginliği pek çok seyyah-tan daha iyi veriyor. Bunu verirken de stereotypela-ra diğerleri kadar düşmüyor. Bugünkü yargılarımızla baktığımızda bile zaman zaman televizyon kanalların-da oryantalistçe gezi programları sunan pek çok sunu-cudan daha iyi. Burada ince bir çizgi var. Egzotik ülke görme hevesiyle, gittiği her yeri aşağılayarak gezen ve ancak kendini mükemmel insan görüp başkalarını 10kültür11kültür (mesela Asyalıyı, Afrıkalıyı, Endonezyalıyı) yarı hay-van yarı insan, güçsüz, akılsız, duygusal görmek ve bu eksen de bir gezi edebiyatı yapmak var. Bir de başka bir ülkede başka bir kıtada bizim için ilginç olan şeyi onla-rın hayata verdiği anlam bütünlüğü içinde incitmeden, kırmadan kategorize etmeden, onlara karışarak, ara-daki sen ben duygusunu kaldırarak vermek var. Nite-kim İbn Battuta bunu pek çok zaman başarmış, başka kıtaların insanıyla evlenmiş, onların yemeğini yemiş, suyunu içmiş, onların evinde mütevazı bir misafir gibi oturmuş biridir. Bence İbn Battuta’yı bugüne taşıyan en önemli özellik gittiği her yerde gördüğü her insana ademoğlu gibi bakabilmesidir. Özellikle 19’uncu yüzyıl Batı gezi edebiyatında hakim olan aşağılayıcı oryantalist üslubu bilenler benim ne kastettiğimi anlayabilir.

Kendi seyahatlerinin ve kitabının İslam dünyasındaki karşılığı ne olmuştur?

İbn Battuta önceki yüzyıllarda kendi üzerine yapılmış bir iki özetleme yoluyla birilerının haberdar oldugu bir seyyahtı ama pek de şöhret sahibi değildi. Onun yükselişi 19’uncu yüzyıl sonu ve 20’inci yüzyılda oldu. İslam dünyasında daha yeni yeni onun üzerine araş-tırmalar yapılıyor. Yani açıkçası pek de bilinen biri değildi, onun döneminde kalburüstü hiç kimse de bu adam ne yazmış deyip bakmamış. Muhtemelen ele al-dığı türün farklı olmasıyla alakalı. İnsanlar o dönemde dini kitap tarihi eser, sufi klasik, fıkhi eser, tefsir, ha-dis, matematik fizik ve tıp okuyorlar. Ama çıkılan seyahatlerin böyle ballandıra ballandıra anlatıldığı özel bir türe henüz alışık değiller. Elbette Mağrib civarında da bir Abderi olmuş, bir İbn Cubeyr olmuş; gezdikleri yer-leri anlatmışlar, hatta tarihi bakımdan İbn Battuta’dan daha kaliteli bilgi de vermişler ama hiçbirinin üslup güzelliği ilginçliği İbn Battuta ile kıyaslanamaz.

Tabi, bazı aklı evvellerde de şu duyguyu uyandırmış olmalı: “Ne diyor bu adam… Adam şair de değil… Ha-bire gezi de gezi… İçinde ilim yok, irfan yok, tıp kitabı değil, hesap kitabı değil; din kitabı da değil… ayet az, hadis az! Geç bu kitabı!” Tüm bunlardan ötürü İslam dünyasında kendi çağında pek yankı uyandırmamış olmalı.

İbn Battuta istisnaları saymazsak İslam topraklarında seyahat etti. Sizce neden Batı dünyasına ilgi göstermedi?

Bence İslam dünyası daha renkli ve göz alıcıydı, em-niyet bakımından da oturmuş standartlar vardı. Batı dünyası dediğiniz şey henüz yoktu, bugünkü anlamıy-la batı da yoktu. Bunlar sonradan oluşturulan kurgular. Batı kendini tanımaya çalışıyordu, Rönesans yeni başlıyordu, topu topu bütün batı, Hindistan’ın güneyi kadar bir nüfusa ve toprağa sahipti, açıkçası gezilecek cazip yerler de yoktu batıda.

İkinci husus yol emniyetinin oturmamış olmasıdır. Çünkü bir Müslümanın farklı dinden biri olarak Batı-da gezmesi pek de kolay olmayacaktı. Batılılar henüz yabancı insanın gezmesi ve emniyeti ile ilgili standartları yakalamada doğulular, Çinliler, Müslümanlar özellikle de Moğollar kadar üstün bir başarı yakalayamamışlardı.

Seyahatleri döneminde Anadolu’daki yolculuklarında Osmanlı’nın kuruluşuna denk geliyoruz. Ancak daha ziya-de ahi ağırlığını görmek mümkün… Ahi geleneğine sem-pati duyduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette! Bir gezgin düşünün! Günahkâr veya değil, ama Müslümanlığından kompleksi yok. Böyle bir in-san içim teorik olarak varabileceği her yer onun. İnancını yaşayacağı her yer de onun vatanı. Bu adam el-bette kendisine kolaylık gösterenlere daha çok hayran olacaktır. İbn Battuta Anadolu’da bunu görüyor. Ahi geleneği onun hoşuna gidiyor. Aslında tüm Anadolu, bir iki istisna dışında onun sevgisini kazanıyor. Tabi doğduğu yerler, Mağrib’i unutmuyor, en çok kendi şehrini seviyor. Bu da doğal.

Seyahatname’yi sizce hangi bilim dallarında çalışanlar hangi gözlükle okumalı?

Seyahatnameyi en çok edebiyatçılar okumalı. Bilim adamları ise folklor malzemesi, etnoloji, tarih, yemek kültürü, sufizm, fırka kavgaları, savaş ve diplomasi ta-rihi bakımından okuyabilirler. Ancak daima kıyas ya-parak, o dönemde yazılmış diğer kitaplara da bakarak okumaları daha iyi olacaktır.

Seyahatname’yi diğer seyahatnamelerden farklı kılan nedir?

Evvela en geniş alanı kapsaması, sonra üslubu, daha sonra ise dönemi… Bu çapta bu genişlikte bu dille o dönemlerde yazılmış başka bir seyahatname yok. Marko Polo var ama ne verdiği bilgilerdeki çeşitlilik ve doğruluk ne de İbn Battuta’nın insanlarla kurduğu yakın temas bakımından asla İbn Battuta ile karşılaş-tırılamaz. İbn Battuta gerçekten seyahat konusunda Doğu’nun ve Batı’nın prensidir.

Seyahatname’nin Sultan’ın isteğiyle kaleme alındığını düşünecek olursak, devlet katında nasıl bir ilgi gördü?

Devlet katında ilgi gördü. Ancak bu ilginin devam ettiğini söylemek zor… Burada kıskançlığın öne çık-tığını görüyoruz. İbn Haldun bile neredeyse bu ağa düşecekmiş tarihi kayıtlara göre. Ancak Mağrib’in iyi bir seyahat yazma geleneği var. Sonraki yüzyıllarda da göze çarpan öne çıkan çok güzel seyahatnameler var, Mağrip merkezli. Evvelki sene Katar’da katıldığım uluslararası bir konferansta Nuri Cerrah adlı Suriyeli şair – yazarın editörlüğünde basılan Mağrip kökenli seyahatnameleri görünce şaşırıp kalmıştım.

İbn-i Battuta Seyahatnamesi üzerine sizden daha önce çalışanlar da oldu. Siz tercümede nasıl bir yol izlediniz ve kişisel olarak en fazla heyecan uyandıran bölümü/bölümleri neresiydi?

Benden önce çalışan çok kıymetli araştırmacılar oldu elbet. Ben bazı noktalarda biraz daha fazla durdum. Özellikle karşılaştırma yapma, kavram izahı vesaire konularda inşallah daha iyi bir eser ortaya koymuşum-dur. Tabi her bakışta gene eksikler görüyorum…

Beni en fazla heyecanlandıran özel bölümleri olmadı. Her tarafı güzel ama farklı zamanlarda zihnimde uyanan farklı sorular ve o anki havama göre hoşuma giden bölümler olmuştur. Bazen kadınların hükümdar olması ile ilgili bölümler, bazen Anadolu’yla alakalı kı-sım, bazen de tasavvufla alakalı kısımlar, bazen yemek tarifleri… Hepsinin ayrı zamanlarda hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Kitap kocaman bir ansiklopediyi andır-dığı için hangi maddeyi ne zaman hangi hazla okuduğunuzu hatırlamak zor oluyor.

Tercüme epey meşakkatli oldu. Dilinden değil, benim için İbn Battuta’nın dili konuştuğum Türkçe kadar açık ve güzel. Ama farklı zamanlarda yapılan inceleme ve tahkiklere mutlaka göz atmak gereğinden ötürü iş zorlaştı; bir de kavramları doğru tarif etme, isimleri tanıtma bakımından çok vaktimi aldı diyebilirim. Burada vaktimi düzgün yönetmem için bana çok çok yardım eden Sabrı Koz ağabeyi asla unutamam.

Üslubunda Endülüs’ün muvaşşahlarının, psikolojik tahlil yapabilen İbn Hazm’ların havası var.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir