Ortaokul ve lise yıllarında tarih derslerinde hem okumuş, hem de hocalarımızdan dinlemiştik Endülüs’ü. Ta o günden bugüne bir ukde kalmıştı içimde sanki Endülüs’ü gidip görmek. Kısmet oldu gittik gördük. Büyük bir umutla gittiğim Endülüs, hüzünlü bir atmosfere dönüştü. Çünkü; İspanya topraklarında 781 yıl İslam’ın ihtişamını yansıtan Gırnata, Kurtuba ve İşbiliye yok artık. Camilerin yerini kiliseler, ezan sesinin yerini ‘çan’lar, namazgahların yerini ‘ayinler’ imamların yerini ise ‘papazlar’ almış. İslam’la özdeşleşen İslam’ı hatırlatan tüm izler silinmiş Endülüs’te.
“Dünyanın yedi harikasından biri hatta ilki Gradanada’ya El-Hamra.”
Hep merak etmişimdir Hicaz’da Mekke, Medine, Endülüs’te Granada, Kurtuba, İşbiliye, Filistin topraklarında da Kudüs, El-Halil, Beyt’ül Lahm ve Gazze. Bu şehirlerden Gazze hariç diğerlerini gösterdi Yüce Yaradan. Bunun için O’na ne kadar şükretsem azdır.
Ta ortaokul lise yıllarımızda tarih derslerinde hem okumuş, hem de hocalarımızdan dinlemiştik Endülüs’ü. Ta o günden bugüne bir ukde kalmıştı içimde sanki Endülüs’ü gidip görmek.
İspanya topraklarında ilk Madrid’e ayak bastım. Ama beni orası o kadar ilgilendirmiyordu. Benim asıl merak ettiğim yer yıllarca İslam’a bayraktarlık yapmış bir Endülüs vardı.
Madrid’den İspanya’nın en büyük liman kenti Malaga’ya uçtuk. Burda bir gece konakladık, ama gece bile içim içime sığmıyordu. Asıl amacım, biran önce sabah olsun da, dünyanın yedi harikasından biri hatta ilki Gradanada’ya El-Hamra’ya vasıl olmaktı. Sabah olduğunda koyulduk yollara önce Cadiz ve daha sonra da tüm ihtişamıyla karşımızda El-Hamra Sarayı. Akın akın geliyordu oraya dünyanın dört bir yanından turistler. Nasıl gelmesinler ki…
Bizim medeniye timiz köklü ve zengindir
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir toplantıda gündemdeki konulara değinen bir konuşma yapıyor. Tarihe geçmişe sahip çıkmak adına yaptığı konuşmada, “İspanya’da Endülüs Emevilerinin yaptığı El-Hamra Sarayı’nda (La ğalibe illallah) ‘Galip olan ancak Allah’tır’ yazıyor. Neden bunu sarayın duvarına yazıyorlar? Bunu unutmamak için, her gün hatırlamak için. Bizim medeniyetimiz binlerce yıllık, köklü, kadim ve zengindir” diyerek bu beldenin önemine dikkat çekmişti. Ama medeniyetlere sahip çıkan bir millet olarak gittiğimiz bir çok yerde İslam’ın izlerinin hep silindiğini gördü. Tıpkı Endülüs’te olduğu gibi.. Aradan yüzyıllar geçmiş… Endülüs devletinin ihtişamının sergilendiği cenneti andıran vadilerde kurulan Gırnata (Granada), Kurtuba (Cordoba) ve İşbiliye’yi (Sevilla) yoktu artık. Gördük ki; 1492 yılında hak ile yeksan olmuş o koskoca devletten eser bile kalmamıştı o topraklarda…
Bütün camiler, kiliselere çevrilmişti… Camilerdeki ezan sesinin yerini ‘çan’lar, namazgâhların yerini ‘ayinler’ almış ve imamların yerini ise ‘papazlar’… Kısacası, İslam’ı çağrıştıran tüm izler silinmişti Endülüs’ten…
Endülüs’ün muhteşem tarihini böyle kısa bir yazıda her yönüyle anlatmak mümkün değil elbette.
Zira Endülüs’ü anlatmak için günler, aylar, yıllar yetmez belki… Onu ancak ciltlerce kitaba sığdırma mümkün. 1490 yılında Hıristiyan orduları tarafından kuşatılan Gırnata, 1492’de yapılan bir antlaşma ile Müslümanların dini ve medeni haklarının garanti altına alınması şartı ile teslim oldu. Ama sözlerine sadık kalmadılar… İspanya’da sekiz asırlık İslam hâkimiyetini yerle bir ettiler.
‘Gemileri yakmışız , dönüşümüz yok !’
Endülüs, İslam’ın ve Müslümanların izleriyle doludur. Endülüs’ün adı anıldığında, insanın aklına ilk olarak ünlü İslam kumandanı Tarık bin Ziyad’ı gelir elbette… Tarık bin Ziyad, dört gemiyle -daha sonra kendi ismiyle anılacak olan- Cebel-i Tarık Boğazı’ndan ordusunu karşı kıyıya geçirdi ve ordusuna tarihe mal olmuş şu konuşmayı yaptı: “Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyecek ve teçhizatı da bol… Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzakımız da yoktur.
Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse, kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü akıbete düşmekten kendinizi koruyarak, şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.
Zafere ulaşmak için ölümden kormayın
Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır… Ölümden korkmazsanız, bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki; bu savaşta, ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine iyi biliniz ki; eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz, daha mutlu bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilâkis önce kendi canımdan başlıyorum. Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de bendan daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek.
Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz
Mü’minlerin emiri; kahramanlarının içinden, sizi seçti. Çünkü siz savaştan korkmadığınıza ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza ve sizin bu cihaddan gayenizin İlây-ı Kelimetullah olduğuna, dolayısıyla bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğimiz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız olsun.
Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki, iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich denilen azgına hücum edip inşaallah onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem, sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten aciz değilsiniz. Eğer ona yetişemeden ölürsem, bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini tamamlayın. Düşman askerleri öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.”
‘Er gibi koruyamadığın memleket için , şimdi dişi gibi ağla !’
Son Gırnata hükümdarı Abdullah, atalarının ülkesini terketmek zorunda kaldığında, Padul Dağı’nın tepesinde durakladı. Bu yüksek tepeden deniz görünüyordu. Abdullah, Afrika’ya gitmek üzere gemiye binecekti. Bu tepeden Gırnata, Vega ve kenarında Katolik Kral Ferdinando ile Isabella’nın çadırlarının yüksekliği Genil Nehri de görünüyordu. Hükümdar Abdullah, bu güzel memleketi ve hâlâ şurada-burada Müslümanların mezarlarının yerini işaret eden selvileri görünce ağlamaya başladı. Eskiden maiyetini oluşturan, büyüklerle beraber peşinden gelen annesi Ayşe Sultan ona: “Er gibi koruyamadığın memleket için şimdi dişi gibi ağla!” dedi. İşte o anda dağdan indiler. Artık Gırnata gözlerinin önünden ebediyete kadar silinip gitmişti.
Engizisyon mahkemeleri sürgünler katliamlar
Gırnata sultanlığının yıkılmasıyla beraber İspanya’da Hristiyan hâkimiyetinde çok sayıda Müslüman kalmıştı. 1497 yılında Aragon Prensi Fernando el Catolico ile Kastilya Prensesi Isabella la Catolica sözlerinde durmadılar, Müslümanları zorla Hıristiyanlaştırdılar. Kur’an-ı Kerim ve diğer Arapça eserleri toplattılar, kütüphaneleri boşalttılar, camileri kiliseye çevirdiler, karşı çıkanlarıysa Engizisyon Mahkemeleri’ne sevkettiler. 1609 yılında da İspanya Krallığı, kilise ile ortak bir karar alarak tüm Müslümanları, başta Afrika ve Fransa olmak üzere sürgüne gönderdi. Sürgünlerde yüzbinlerce Müslüman hayatını kaybetti.
Bu zulümler sırasında yazılan kaside ne güzel özetliyor o tabloyu:
Büyük bir felâkete uğramış esirlerden size selam, / Ne büyük felâkettir o, / Şerefli bir hayattan sonra kır saçları yolunarak, koparılan yaşlılardan size selam, / Daha önce kapalıyken kâfirler önünde açılan yüzlerden size selam, / Papazın zorla yatağa götürdüğü şerefli genç kızlardan size selam, / Kendilerine zorla domuz ve haram kokuşmuş etler yedirilen yaşlılardan size selam, / (Kral) gözümüzü boyadı anlaşmalara uymadı; bizi, baskı ve güç kullanarak istemeye istemeye Hristiyanlaştırdı, / Hiçbir Müslümana ne bir kitap, ne de bir Kur’an bıraktılar, / Oruç tuttuğu, namaz kıldığı bilinen herkes ateşe atılıyor, / Bizden kiliselerine gitmeyen kişileri papaz feci bir şekilde cezalandırıyor, / Peygamberimize küfretmeyi, iyi ve kötü günlerimizde onu anlamamamızı bize emrettiler… / Cahil, kaba, Arap olmayan insanların adlarıyla adlarımız değiştirildiğinde ne kadar yazık oluyor, / Temiz ve paklıktan sonra, kâfirlerin çöplükleri olmaları için, duvarlara çevrilen mescidlere ne kadar yazık, / Ezan yerine çanlar asılan minarelere yazık…
Elveda yaşayan efsaneler ülkesi Endülüs , elveda !..
Büyük bir tecessüsle gittiğimiz ve Malaga’yla başlayan, daha sonra hüzünlü bir atmosfere dönüşen yolculuğumuz Gırnata, Kurtuba ve Sevilla’yla son buluyor. “Elveda yaşayan efsaneler ülkesi Endülüs, elveda Gırnata, elveda el-Hamra, elveda Kurtuba, elveda İşbiliye elveda” diyerek noktalıyoruz gezimizi…
“Er gibi koruyamadığın memleket için şimdi dişi gibi ağla!”
“Allah’tan başka galip yoktur”
Duvarlar “Lağalibeillallah “la zikrediyor
Müslümanlar tarafından Gırnata ‘da inşa ettirilmiş ve Endülüs’ün en önemli eserlerinden biri olan el-Hamra Sarayı (Kızıl Saray) tüm ihtişamıyla karışılıyor gelenleri. Bütün duvarlar baştan başa harika hatlarla inci gibi işlenmiş. Tavanlar muhteşem kakmalarla süslü. Ve neredeyse tüm duvarlarda “Lâ Gâlibe İllâllâh…” (“Allah’tan başka galip yoktur”) ibaresi zikir gibi duvarlarda yankılanıyor.
Her yer çiçek bahçesi gibi
İspanya’nın neresine giderseniz gidin, sokaklarda, el- Hamra’da, Kurtuba Camii’nin bahçesinde narenciye ağaçlarını ve binbir çeşit, rengarenk gülleri görmeniz mümkün. Azami üç kat olan evlerin minik balkonlarından sarkan çiçekler, saksılarından fırlamış ve ‘Kopar beni, kokla” der gibi insanı cezbediyor. Sokaklar daracık, ancak yürüyerek ve motosikletlerle girilebilen yollardan ibaret.
8,5 asırlık dünya harikası
Granada, İslam mimarisinin ulaşabileceği yüksek noktalardan biri olarak bugünlere ulaşmış bir şahit olan Elhamra Sarayı’nın temeli 1232 yılında, Gırnata Emirliği yani Beni Ahmer (Nasiriler) devletini kuran 1. Muhammed (Muhammed bin Ahmer) zamanında atılmıştır. Saray, aynı sülaleden gelen çeşitli hükümdarlar (3. Ebu Abdullah Muhammed, 1. Ebul Haccac Yusuf, 5. Muhammed) tarafından yapılan ilavelerle genişletilmiştir