Entelektüel hayatın merkezleri olarak : Kahvehane ve kıraathanelerimiz

kahvehane

Günümüzde kahvehane denildiği zaman işi gücü olmayanların vakit geçirdiği mekânlar anlaşılıyor. Oysa çok eski değil, bundan yarım asır öncesine kadar kahvehaneler, özellikle İstanbul’da aydın kesimden pek çok ismin müdavimi olduğu sözlü iletişim merkezleriydi. Bu yönüyle kahvehaneler, kültür hayatımızın şekillenmesinde çok önemli yere sahip olan kurumların başında gelmektedir. 

Kahvehaneler, XVI. yüzyılın sonlarında bugünkü Tür-kiye coğrafyasına gelmiş, ilk örnekleri yine bu yıllarda İstanbul’un Tahtakale semtinde görülmüştür. Öteden beri limana yakınlığı sebebiyle ticaret alanı olarak bili-nen bu semtten İstanbul’un diğer bölgelerine kısa zaman içinde bine yakın örneğiyle yayılmıştır. Farklı kesimlerin ilgilerine bağlı olarak zamanla çok farklı fonksiyonlar icra eden kahvehane türleri ortaya çıkmıştır.

Kahvenin geniş bir tabanda rağbet görmesiyle de in-sanlar bu içecek etrafında sosyalleşmeye başlamıştır. İlk açıldığı zamanlar kahve içilen yer olmasıyla bir tüketim mekânı olan kahvehaneler zaman içerisinde toplumsal gereksinimlerin karşılandığı yerler haline dönüşerek sohbet, eğlenme, dinlenme, haberleşme ve bilgilenme mekânı olarak birçok işleve aracılık etmiştir. Toplumsal yapıyla bütünleşen kahvehaneler, tarihte görüldüğü üzere siyasî ve dinî anlamda en çok tartışılan ve hakkında çeşitli fetvalar çıkartılan bir kurumdur. Buna rağmen varlığını koruması kahvehanelerin önemini ortaya koyar.

Peyami Safa şöyle der: “Gerçekten o devirde kahve, akademinin, meslek cemiyetinin, kulübün, salonun, fikir ve sanat meclislerinin bütün vazifelerini küçük tahta masaların etrafında elinden geldiği kadar icra ediyordu. O zaman anladım ki, biz bir kahve milletiyiz. Köyde kahve, mahallede kahve, mekte-bin önünde, cezvesinde bütün milli ve dînî şuuru pişiren, ibriğinde kolektif vicdanı demlendiren, tezgâhın dibinde halkı ve münevveri birbirine kenetleyen, iptidai olduğu için basit fakat geleneği olduğu için derin ve canlı tek ve tam bir cemiyet mihrakıdır.” Peyami Safa’yı haklı bulan Sait Faik de “Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım” der. Elbette Sait Faik bugünkü kahvehaneleri kastetmiyordu.

Bilindiği gibi toplumumuzu şekillendiren çeşitli kurumlar vardır. Ev, cami-tekke ve çarşı şeklindeki üçlü ana yapı her zaman etkinlik alanını korurken bunların yanı-na özellikle son iki yüz yıldır bir dördüncüsü eklenmiştir: Kahvehaneler. Bu yeni toplumsallaşma mekânları mahalle kahveleri, esnaf kahveleri, yeniçeri kahveleri, tulumbacı kahveleri, âşık kahveleri ve semai kahvehaneleri gibi pek çok türde hayat bulmuştur. Özellikle belirli meslek gruplarının kurduğu kahvehaneler top-lumsal yapının parçaları olarak kendilerine has ritüeller üretmişler ve bu durum kullanılan jargonlar ve ‘dil’ aracılığı ile topluma ulaşmıştır.

Türk toplumunda kahvehanelerin bu kadar benimsenmesinin temel nedeni olarak sohbeti seven bir mizaca sahip olmamız gösterilir.

Türk toplumunda kahvehanelerin bu kadar benimsenmesinin temel nedeni olarak sohbeti seven bir mizaca sahip olmamız gösterilir. İstanbul’da ilk kahvehanele-rin açıldığı on altıncı yüzyıl, sözlü iletişimin ve şifahi kültürün egemen olduğu zamanlara işâret eder. Ancak sözlü kültürün egemenliği Türk tarihi için daha eski bir geçmişe sahiptir. Kültür tarihçileri eski Türk kültürünü yorumlarken ‘sohbet medeniyeti’ demeyi tercih ederler. Bu, coğrafyamızda sözlü kültürün gücünü ortaya koyan bir tespittir.

Tüm toplumlar için etkin bir mekân olan kahvehaneler ilk kez İstanbul’da ortaya çıkmış ve daha sonra Doğu-Batı farkı gözetmeksizin tüm dünyaya yayılmıştır. Ama bir kültürün yayılması ve dünyayla bütünleşmesinin yerleşim yerlerine ya da zamana göre farklılık gösterdiği bilinmektedir. Yani ilgili süreçte bu yapı da iç ve dış dinamikler doğrultusunda bütüncül toplumsal yapıya uyum sağlamıştır. Örneğin, Doğu’da nargile ya da iskambil kağıtlarıyla bütünlesen kahvehanelerin, Batı’da daha çok café tarzı bir görünümle karşımıza çıkması ya da eski dönemlere bakıldığında daha çok edebiyat, tiyatro, müzik gibi sanatsal alanlarla günümüzde ise bir-takım oyunlarla bağdaştırılması gibi. İlk ortaya çıktığı dönemde hiyerarşiyi azaltarak toplumsal bütünleşmeyi arttıran kahvehaneler günümüz toplumunda, azımsanamayacak oranda bir kesimin boş zamanlarım geçirdikleri mekânların başında gelmektedir.

Kahvehanelerde geçirilen boş zaman etkinlikleri, kıraathanelerle birlikte daha verimli hale gelerek ‘tam anlamıyla’ bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. Kıraathanelerde gündelik sohbetten çok tartışma, şiirler söyleme, kitap okuma ve çeşitli geleneksel sahne sanatları gibi kültürel etkinliklere ağırlık vermiştir. Müşterilerin çeşitli konulardaki bilgi ihtiyaçlarının karşılanması için, gazete, der-gi gibi süreli yayınların bulunduğu mekânlara dönüşen kahvehaneler çeşitli yayınların müşterilere ulaştırılması ve dar bütçeli okurların da bir çay ya da kahve parasına çok sayıda gazete, dergi, kitap gibi kaynaklardan yaralanabilmesini sağlamıştır. Bu dönemde kahvehanecilerin meddahlarla, gölge oyuncularıyla kahvehanelerini daha da çekici kılma çalışmaları sayesinde kahvehaneler/kıraathaneler aynı zamanda halk edebiyatının sunulduğu ve geliştiği yerler olmuştur. Meddahların aktardığı kül-türel birikimler, kültürel kimliğimizi oluşturan unsurlar bu mekânlardan tüm halka sunulmuştur. Özellikle de okuryazarlığın azınlıkta olduğu ve yazılı kültürün henüz gelişmediği dönemlerde bu mekânlarda düzenlenen eğlenceler, oyunlar sayesinde halk kendi kültürünü daha iyi tanıma fırsatını bulmuştur. Halk edebiyatının canlı bir şekilde üretimine tanıklık eden kahvehaneler,çeşitli manzumelere de konu olmuş, kahve ya da kahvehanelerle ilgili birtakım deyimler-atasözleri ortaya çıkmış ve hatta türkülerde de yer almıştır.

Tarihte kahve ve kahvehaneler, ilk anlarda tıbbi açıdan sağlığa zararlı bir madde olarak görülmüş ve daha sonra bu anlayış dinî bir niteliğe bürünerek kahvenin yasaklanmasına dair fetvalar verilmiştir. Bunun yanı sıra devlet otoritesinin eleştirildiği mekânlar olarak algılandığında bizzat yönetimce zaman zaman güçlü engellerin uygulanması söz konusu olmuştur. Fakat kahve ve kah-vehanelere ilişkin olarak yasak konsa da, kahve tiryakiliği ve kahvelerin açılması engellenemeyince, yasaklar hep kaldırılmış ve yasaklamaya yönelik girişimlerden hiçbiri başarıya ulaşmamıştır. Başka bir deyişle kahvenin tadı, kahve sohbetleri ve kahvehanelerin insanları bir araya getiren cazibesi hiçbir zaman yenilememiş ve günümüzde de aynı şekilde kahve içme alışkanlığı ve kahvehane sohbetleri derinden kök salmıştır denebilir.

Kahvehaneler, bireylerin farklı sosyal bir alana girerek, karşılıklı bir sohbet ortamının sağlandığı ve bireyin bir gruba aidiyet duygusunun oluştuğu mekânlar olarak algılanmaktadır. Bu durum da her kesimden bireyin yer aldığı kahvehane ortamında sosyoekonomik faktörleri bir kenara bırakarak, kendini herkesle eşit seviyede görme-sine ve buradaki iletişimin daha akıcı bir şekilde gerçekleşmesine olanak tanımaktadır. Özellikle kahvehanede bulunulan süre içerisinde, bireylerin çoğunlukla tanışıklıklarının uzun bir geçmişe dayandığı mahalle arkadaşlarıyla birlikte olduklarını belirtmeleri, buralarda yaşanan birincil ilişkilerin bireyler arasındaki paylaşım açısından boyutunu ortaya koymaktadır. Hatta bireyler büyük bir çoğunlukla bu arkadaş çevreleriyle birlikte olabilmek için sürekli aynı kahvehaneyi tercih ettiklerini vurgulamakta-dır. Bu bağlamda yüz yüze iletişimin verdiği samimiyet ve güven duygusu, bunun yanı sıra mekân içerisinde oy-nanan oyunla yaşanan ortak heyecanlar bir süreliğine de olsa bireye, iş ve aile ortamındaki sorunlardan uzaklaşarak, bir kaçış ve rahatlama olanağı sağlamaktadır. Her ne kadar bu süreç, bireylerin sorunları açısından kesin bir çözüm sunmasa da, en azından sorunlarla aralarında bir süre için belli bir mesafe olmasını sağlayarak onları, bir ölçüde rahatlatmaktadır. Böylelikle daha sonraki aşama-da mevcut sorunların çözümünde bireyin yenilenerek, sorunla uğraşabilmesi konusunda daha sağlıklı bir ortamın oluşmasına zemin hazırlamış olmaktadır.

Daha önemli bir fonksiyonu olması bakımından kahve-haneler özellikle Osmanlı ve ilk dönem Türkiye tarihinde entelektüel hayatın bütün canlılığıyla sürdürüldüğü mekânlar olarak dikkat çekmektedir. Aydın kesimin bir araya geldiği kahvelerin XIX. yüzyılın ortalarından itibaren çoğaldığı bilinmektedir. Tanzimat’tan sonra yaşanan toplumsal değişim sürecinde entelektüel hayata katılan gazete, dergi vb. medya araçlarının da katkısı ile okur-yazar memur-bürokrat kesim kahvehaneleri birer buluşma yeri olarak algılamışlardır. Bu süreçte içerisinde pek çok kitap, dergi, gazete barındıran kahvehaneler de ‘kıraathane’ (Okuma Evi) olarak adlandırılma-ya başlanmıştır. Bu dönemde entelektüel hayatın can damarı olan başlıca kahvehaneler İstanbul’da toplanmıştı.

1857’de kurulan Beyazıt’taki Sarafim Kıraathanesi, gazete ve dergilerin bulunduğu hatta kalem oynatan kişilerin yazılarının ya da eserlerinin satış imkânı bulduğu ilk kıraathane olarak bilinir. Bazı yazarlara göre Sarafim’de Osmanlı’nın ilk gazeteleri-nin bütün nüshaları ile on bin cilde yakın kitap bulunmaktaydı Yine Beyazıt’ta bulunan fakat ne zaman tesis edildiği bilinme-yen Küllük Kıraathanesi de özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyatın nabzının attığı mekân olarak bilinmektedir. Üniversite, kütüphane ve sahaflar çarşısı gibi komşuları bulunan Küllük’e edebiyatçı, bilim adamı, sanatçı vb. pek çok entelektüel ilgi gösteriyordu. Bunlar arasında Ahmet Hamdi Tan-pınar, Mükrimin Halil, Peyami Safa, Asaf Halet Çelebi, Rıfat Ilgaz, Sait Faik, Neyzen Tevfik ve Necip Fazıl Kısakürek dikkat çeken isimlerdir. Kaynakların verdiği bilgilere göre, adı sanı bilinmeyen fakat Fuzuli’nin divanını ya da Mevlana’nın binlerce beytini ezbere okuyabilen kişilere burada rast-lamak mümkündü. Küllük 1950’lerde Beyazıt meydan düzenlemesi sırasında yıkılmıştır.

Onun yerine kurulduğu anlaşılan Marmara Kıraathanesi de Beyazıt’ın bir diğer önemli mekânıydı. Ziya Nur Aksun, Mehmet Niyazi Özdemir, Mehmet Genç, Erol Güngör, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Arif Nihat Asya ve Muzaffer Özak gibi pek çok isim Marmara’nın müdavimleriydi. Sultanahmet’teki bir öğrenci kahvesi niteliğindeki Adliye Kıraathanesi de Aziz Nesin, Orhan Kemal, Yaşar Nabi, Çetin Altan, Melih Cevdet, Abdi İpekçi, Yaşar Kemal, Oktay Akbal, Falih Rıfkı ve Bülent Ecevit gibi pek ismi ağırlamıştı.

Bugünkü Cağaloğlu-Şehzadebaşı civarlarında konumlanan Acemin, İhsan, İkbal, Meserret, Hacı Reşit, Yavrunun, Fevziye, Darüttalim ve Halk kahveleri ile Beyoğlu’nda yer alan Eftalikus Kıraathanesi ve Lebon, Markiz, Nisuaz, Baylan ve Elit Pastaneleri İstanbul’da kültür hayatının yeşerdiği yerler olarak bilinmekteydi. Bugünlerde kahvehanelerde bu seviyeyi yakalamamız zor görünse de günün birinde yine eski canlılığı ile buraların birer bilgi-sohbet yuvalarına dönüşmelerini umuyoruz.

İlk kıraathanelerde gündelik sohbetten çok tartışma, şiirler söyleme, kitap okuma ve çeşitli geleneksel sahne sanatları gibi kültürel etkinliklere ağırlık vermiştir.

Özellikle İstanbul’daki kıraathanelerde, adı sanı bilinmeyen, saçı-başı dağınık fakat Fuzuli’nin divanını ya da Mevlana’nın binlerce beytini ezbere okuyabilen kişilere rastlamak mümkündü.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir