Adalet ve hukuk kültürü
Adâlet ve hukuk birbirini tamamlayan, destekleyip bütünleyen iki temel kavram. Tabiri yerindeyse adâletsiz hukuk, hukuksuz adâlet olmaz. Istılah mânâsı bir şeyi yerli yerine koymakhaksızlık yapmamak, teraziyi dengede tutmak, hakkı sahibine teslim etmek demek. Bizim kültürümüzde, ‘Adâlet mülkün temeli’ sayılır. Temel sağlam olmaz ise üzerine inşa edilecek bina/sistem de pek muhkem olmayacaktır elbette.
Hukuk, toplumun ve toplum içinde ferdin davranış biçimlerini belirleyen kural ve kaideler silsilesi. Bir toplumun hukuk toplumu diye nitelenebilmesi için behemehâl hürriyet ve adâletin gerçekleşmesi zorunlu bir şarttır. Bu mânâda adâlet; hak ve özgürlüklerin meşru kurallar, milletlerarası hukuk normları ve yerli içtihatlar içerisinde kullanılmasını gerçekleştiren sistemin adıdır.
Bir ülkenin âdil, özgürlükçü, medenî ve erdemli olup olmadığı, uygulamadaki hukuk kurallarının geçerliliği, bu kuralların yan tutmadan, kişi ve kurum kayırmadan, imtiyazlı bir sınıf oluşturmadan, âdil şekilde uygulanmasıyla belli olur. Hukukî temeli, dayanağı, istinadı olmayan keyfî uygulamalar, despot bir mekânizmanın eseridir; insan onuruna yakışır, gelişmiş, âdil bir hukuk sisteminin değil.
Nasıl ki, medeniyetler bir kültür üzerine kurulur, gelişir ve insana yakışır bir görünüm arz eder. Bir nizam ve intizam ortaya koyar. Toplumda huzur ve güveni sağlar. Adâlet ve hukukun bir ülkede gerçek anlamıyla ve yaygın olan uluslar arası müktesebatıyla yerleşebilmesi için önce bu kavramların bir kültür olarak hazmedilmesi, öneminin kavranılması ve gönülden benimsenmesi gerekir.
Adâlet ve hukuk düşüncesi yeterince gelişmemiş bir toplumda, davranışı şekillendiren kural ve kaideler, uygulayıcılarının zihniyetine, düşünce yapısına/siyasî-ideolojik angajmanına göre şekil alır. Farklı yorumlar, farklı içtihatlarla, farklı ve sözde haklı icraatlar ortaya çıkar. Yani adâlet terazisinin dengesi birilerinin lehine, birilerin ise aleyhine bozulur.
Adâlet ve hukuk bozulunca, o toplumun sosyal sözleşmesi zedelenir, güven ve aidiyet duygusu sarsılır. O zaman da cemiyete sosyal barış yerine, siyasî kargaşa hâkim olur. Kaos ve bozgun baş gösterir. Bundan ötürüdür ki bu kavramların sahih ve sağlıklı bir yapıya kavuşması, fazilet ve vicdan duygusu ile çerçevelenerek işlerlik kazanması için önce bu kültürün zihinlere yerleşmesi ve benimsenmesi gerekir.
Maalesef, bizde bu adâlet ve hukuk kültürünün yeterince tesis edilememesi yüzündendir ki retorikte/belâgatte, insancıl/hümanist ve demokrasi taraftarı söylemlerle karşılaşmamıza rağmen, ne yazık ki uygulamada tam tersi ortaya çıkmaktadır. Oysa, insana dair meselelerde, sözü dudaktan kalbe indirmek, teoriden âdil bir pratiğe dönüştürmek lâzım.
“Âlemin özü” ve “yaratılmışların en güzeli”, daha ötesi “Allah’ın halifesi” gibi âli statüye sahip insanın hayat boyunca temel gayesi, çabası hep iyiden, güzelden, erdemli davranıştan yana olmalı. İnsan insanın hayat alanını daraltmamalı, aksine daha da genişletmeli, onu feraha ve refaha kavuşturmalı. Bunun içindir ki, eskiler devlet adamının erdemli olmasını istediği gibi hukuk adamının da âdil olmasını istemektedir. Adâletin olmadığı yerde haksızlık ve zulüm var demektir. Çünkü adâlet terazisinin dengesi bozulmuştur. Bunun içindir ki devlet adamının da hukuk adamının da, adalet terazisini ayarlama makamındaki kişilerin de önce insanın değerini ve ulvî mânâsını kavramış, sonra da faziletli olmayı kendine şiar edinmiş olması gerekir.
Unutulmamalı ki adâletin; kendisine uymayanları günün birinde mutlaka cezalandırmak gibi ‘bir iç adâleti’ de vardır. Ve tarih, âdil olmadığı için yıkılıp giden birçok ülke ve imparatorluğa şahittir.
Ömer Bolat
CEO | Albayrak Grubu
Okumak için tıklayınız.