Nüfusu dört buçuk milyonu aşan Şam’da görülmesi gereken tarihi eserlerin arasında Emeviye Camisi ve Selahaddin-i Eyyubi’nin türbesi ilk sırayı alır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Külliyesi, Hamidiye Kapalı Çarşısı ve Hicaz Demiryolu İstasyonu kentteki en önemli OsmanlI eserleridir. Sadece Şam’da 120 civarında Türk eserine rastlayabilirsiniz.
Merce Meydanı ve Hicaz Demiryolu
Şehirleri şehir yapan en önemli mekânlar herhalde meydanları olsa gerek. Bu nedenle biz de gezimize şehrin merkezindeki Merce Meydanı’ndan başlayalım. Meydanın hemen ortasında bir anıt ile karşılaşırsınız. “Telgraf Anıtı” olarak da bilinen abide, sütun şeklinde olup, tepesinde de İstanbullulara çok tanıdık bir mabedin; Yıldız Cami’nin maketi vardır. Anıtın dikilme nedeni Hicaz Demiryolu inşaatının Şam’a ulaşmasıdır. Zaten sütunun dört bir yanına konan kitabede de bu durum günümüz Türkçe’si ile şu şekilde vurgulanıyor; “Mü’minlerin Halifesi, Allah Resulü’nün Halifesi, Sultan Oğlu Sultan ve Gazi II. Adülhamid Efendimiz’in Hicaz hattı vesilesiyle şehrimize mübârek hatırasıdır.” Meydandaki bu devasa anıtın gölgesinde ise “Şehitler Anıtı” var. Anıtın sağında kalan büyük yapı Osmanlı yadigârı ve Cemal Paşa’nın karargâh olarak kullandığı bina, solda ise 2007 yazında yapım aşamasında olan Yelboğa Cami bulunuyor. Melce Meydanı’ndan ilerleyerek şehrin en önemli çarşısı olan Hamidiye’ye geçelim.
Şam’ın Kapalıçarşısı: Hamidiye Hamidiye, şehrin en büyük çarşısı. İçinde giyim kuşam ürünlerinden elektronik eşyalara, tarihi dondurmacılardan lokantalara kadar yok yok. Ancak çarşıya girmeden önce Selahadin Eyyubi ve meydanda yer alan heykelinden de biraz bahsedelim. Selahaddin Şamlılar için sihirli bir isim. Bilindiği gibi Şam ve Halep’i merkez edinen Nureddin Mahmud Zengi’nin komutanlarından olan Selahaddin, Mısır’ı ele geçirerek buradaki Şii Fatımi hilafetine son vermiş ve hutbeyi sünni Abbasi halifesi adına okutmuştu. Yine o, bütün hayatını Suriye sahillerine yerleşen Haçlılarla gaza yapmaya adamış ve bir yerde Eyyubilerin “kızıl elma”sı olan Kudüs’ü 1187’deki Hıttin Savaşı sonrasında geri almayı başarmıştı. İşte bu büyük komutan adına inşa edilen heykel, zaman içinde neredeyse Şam’ın sembollerinden biri olmuş. Bu heykelin önünden geçip çarşımıza girelim.
Çarşı genel olarak bizim Kapalıçarşı’ya benzetiliyor. II. Abdülhamid zamanında 1883 yılında inşasına başlanan yapı; 1894 yılında tamamlanmış. İnşa edildiği alan Eyyubiler ve Memluklar zamanında da şehrin ticari hayatını biçimlendiren bir alanmış. Bölge zaten “Çarşılar Bölgesi” olarak adlandırılıyor. Hamidiye Çarşısı’na son derece yakın olan Buzuriye çarşısı, esans dükkânları ile ünlü. Şam’ın “Mısır Çarşısı” diyebileceğimiz bu mekânda ayrıca kuruyemiş ve türlü baharatlar da bulabilirsiniz. Yine Osmanlı zamanında inşa edilen İpek ve Cumruk hanları da buraya son derece yakın. Hamidiye Çarşısı’nda gezerken serinlemek için Bekdaş Dondurmacısı’nda mola verebilir, karnınızı doyurmak içinde “şıvırma” (veya Türk söyleyişiyle çevirme) adı verilen tavuk dönerden yiyebilirsiniz. Ancak ayak üstü yemek yerine sizi Hamidiye’nin Emevi Camisi çıkışındaki “Ebul İzz Lokantası”na yönlendirebilirim. Suriye mutfağının en güzel örneklerini barındıran bu lokantada iki kişi tıka basa yedikten sonra en fazla 10-15 dolara çıkmanız mümkün.
Emeviye Cami-Hz. Yahya Cami-Makam-ı Hüseyin
Hamidiye Çarşısından çıkıp, Jüpiter tapınağının sütunları arasından geçerek ilerlediğinizde; karşınıza abidevi bir yapı çıkar. İşte belki de Şam seyahatinin nirengi noktası olan bu yapı Emeviye veya Ümeyye, Makam-ı Hüseyin ya da başka bir deyişle Hz. Yahya Camii’dir. Caminin hikâyesini kısaca anlatacak olursak; isimlerin de hikmeti kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Herşeyden önce caminin bulunduğu yerde M.Ö. I. yüzyılda inşa edilen bir pagan tapınağı olduğu, bu tapınağın üzerine yine Romalıların Jüpiter tapınağını inşa ettiği ve Roma’nın Hıristiyanlığı kabul ettiği yıllarda İmparator Teodosius zamanında (379-395) bu Jüpiter tapınağı harabelerinin üzerine Hz. İsa’yı Şeria Nehri’nde vaftiz ettiği için Vaftizci Yahya adı ile bilinen Hz. Yahya namına bir kilise inşa edildiği biliniyor. Zaten bu kilisenin en önemli nişanesi de Emeviye Camii içinde bulunan Hz. Yahya’ya ait olduğuna inanılan türbe. Şam şehri fethedilirken ilginç bir de gelişme yaşanmış. Anlatıldığına göre kilise iki önemli İslam komutanı olan Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Halid b. Velid tarafından ele geçirilmiş fakat her iki komutan da mabede ayrı kapılardan girmişler. Ebu Ubeyde b. Cerrah sulhen yani savaşsız girerken Halid b. Velid’in olduğu kısımda direniş olduğu için anvaten yani silah zoruyla bir ele geçirme söz konusu olmuş.Bu nedenle anvaten ele geçirilen yer Müslümanların ibadetine tahsis edilirken, sulhen alınan kısım Hıristiyanlara bırakılmış.
Gerçek olan şudur ki Vaftizci Yahya Kilisesi’nin yerine Velid b. Abdülmelik zamanında (705-715) Emevi devletinin merkezine yakışır, abidevi bir caminin yapımına karar verilmiş. Bu inşaat için Bizans’tan da en büyük ustalarını göndermesi istenmiş. Sonuç tek kelimeyle harika. Ortaya öyle bir eser çıkmış ki; bu mabed İslam dünyasındaki üç büyük mescidin hemen ardından (Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine’deki Mescid-i Nebevi ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa) dördüncü büyük mabed olarak kabul görüyor. Yine anlatılan odur ki İslam dünyasının en büyük facialarından biri olan Kerbela Vakası sonrasında şehid edilen ve başı kesilen Hz. Hüseyin’in mübarek başı da henüz günümüzdeki haliyle inşa edilmemiş olan bu camideki özel bir bölüme konulmuş.
Bu bilgilerden hemen sonra Hamidiye Kapısı’ndan camimize girelim. Girişte görevliler size Arapça bir şeyler sorabilir. Anlamak istedikleri şey Müslüman olup olmadığınızdır. Zira Hamidiye kapısından sadece Müslümanlar girebiliyorlar. Diğer ziyaretçiler ise Selahaddin türbesi önünden dolaşılarak çıkılan arka kapıdan giriyorlar. Girişte hemen solunuzda Kubbetu’l-Hazne denilen bir yapı ile karşılaşıyorsunuz. Bu ismin veriliş nedeni; yapının Emeviler zamanında bir müddet hazine odası olarak kullanılmış olması. Merdivenle çıkılan bu yapının bezemeleri tek kelime ile muhteşem. Camiye Kubbetu’l Hazne’nin tam karşısına denk gelen kapıdan giriyoruz. Girer girmez de İslam dünyasının farklı bölgelerinden gelen insanların oluşturduğu bir kıyafet defi lesinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Caminin en ilginç kısmı herhalde mihrapları. Mihrapları diyorum zira camide dört adet mihrap var. Yapının ana mihrabı Şafi lere ayrılmış. Şafi ler bölgede oldukça yoğun olduğu gibi Şam’a önemli katkılarda bulunan Eyyubi melikleri de genelde bu mezhebe mensuptular. Şafi mihrabının hemen solunda kalan ve Hz. Yahya’nın türbesinin önüne denk düşen mihrap Maliki mezhebine ait iken sağındaki iki mihraptan biri Hanefi diğeri Hanbelilere ait. Eski devirlerde her mezhep mensubu kendi imamının arkasında namaz kılarmış. Biraz önce bahsettiğim Maliki minberinin önünde Hz. Yahya’ya ait olduğu kabul edilen bir türbe var. Hz. Yahya türbesinde insanların önünde fotoğraf çektirdiği küçük bir kuyu ile karşılaşıyoruz. Söylenenlere göre burası da Hz. Yahya’nın vaftiz kuyusu imiş.
Caminin içinden çıkıp revak boyunca yürüdüğümüzde karşımıza Hz. Hüseyin’in makamı gelir. İçeride bilhassa Şii Müslümanlar Hz. Hüseyin’in kesik başının gömüldüğüne inanılan türbeye yüz sürerek gözyaşları içinde dua ediyorlar. Emevi Camii’ne namaz vakitlerinde giderseniz müezzinlerin koro halinde okuduğu ve biz İstanbulluların ne yazık ki unutmak üzere olduğumuz o nefi s ezanı da duyma şansını yakalayabilirsiniz. Bu arada caminin üç de minaresi var. Bunlardan biri batı minaresi adını taşırken kuzey tarafta kalan diğer bir minarenin adı Arus minare yani gelin minaresi. Rivayete göre Abbasiler zamanında kızını halife ile evlendiren zengin bir tüccar tarafından bu evliliğin şerefi ne yaptırılmış. Batılıların “Jesus Tower” yani “İsa Kulesi” dedikleri doğudaki minareye ise kıyamete yakın bir vakit Hz. İsa’nın ineceğine inanılıyor. Cami, Selçuklu Sultanı Melikşah ve Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid zamanında esaslı bir onarım görmüş.
“Şarkın En Sevgili Sultanı”
Şimdi caminin girdiğimiz tarafından değil de hani başta da söylediğim gayrimüslimlerin girdiği tarafından çıkalım. Zira bu çıkışta bizi bekleyen ve adı adeta Şam ile özdeşleşmiş olan bir İslam komutanının türbesi bulunuyor. Burası milli şair Mehmet Akif’in “şarkın en sevgili sultanı” ifadesi ile övdüğü Selahaddin Eyyubi’nin türbesi. Türbenin hemen sağında, üzerinde Türk bayrakları bezeli üç mezar taşı dikkatimizi çekiyor. Bunlar Balkan Savaşları’nın yüz kızartıcı sonuçlarını unutturmak için İstanbul ile Mısır arasında bir uçuş düzenlemeyi planlayan İttihat Terakki Cemiyeti’nin girişimi sonrasında hedefl erine varamadan şehit düşen 3 pilotumuzun kabirleridir. Türbede Selahaddin Eyyubi’ye ait iki sanduka bulunmakta. Bunlardan girişte hemen sağ tarafta kalan sade sanduka gerçek olanı diğeri ise Osmanlı ülkesini ziyaret ederek Müslümanların gönlünü fethetmeye çalışan Alman Kayzeri Wilhelm’in 1890 yılındaki ziyareti anısına hediye edilmiş olan bir hatıra. Zaten orijinal sandukayı çevresindeki yoğunluktan da çıkarsayabilirsiniz. Selahaddin Eyyubi her ne kadar devletini Mısır’da kurmuş olsa da bütün ömrünü Haçlılarla cihada ve bölgedeki diğer Müslüman devletleri kendi idaresi çevresinde birleştirmeye vakfettiği için saltanatının büyük bir bölümünü Şam’da geçirmiş. 1193 yılında vefat ettikten sonra da Şam Kalesi yakınındaki bu mütevazı türbeye gömülmüştür.